Masada olsun listede olmasın mantıklı mı!

Adaylar belli oldu.

Çok açık ki, her iki ittifak da, gerek ortak listeler, seçime ortak liste girilecek yerler konusunda hatalar yapmış.

Mesele kişisel ikbal olunca kişiler partiden önemli, mesele siyaset olunca parti ülkeden önemli hale gelebiliyor belli ki!

Üçüncü ittifak ise çok önceden yazdığım gibi Yeşil Sol Parti’ye ağırlık vermiş ve yine çok önceden dediğim gibi HDP’nin ağır isimleri listelerde yer almıyor. Olası bir kapatma ve siyasi yasak halinde TBMM’de zayıf kalmamak için.

CHP seçmeninde ise belli ki tepki var.

Bunu CHP’li medyadan anlayabiliyoruz.

Bazı isimlerin CHP listelerinden aday gösterilmesinden, DEVA ve Gelecek partili adayların CHP’nin güçlü olduğu yerlerde CHP listesinde yer almalarına kızmışlar.

Bu kızgınlığı anlamak mümkün değil.

Hem aylardır bu partiler ile ittifak masasında oturacaksınız.

Hem bu masayı bozmak isteyenlere ağır eleştiriler yönelteceksiniz.

Hem mevcut iktidar koalisyonunu ancak bu masanın ortak gücüyle yeneceğinizi bileceksiniz.

Hem masa dağılmasın diye aylardır uğraşacaksınız.

Hem “Biz niye AK Parti eskileri ile aynı masada oturuyoruz” diye haklı olarak sormayacaksınız.

Sonra listeler açıklanınca “Ne işi var bunların CHP ile” diyeceksiniz.

Ne bekliyordunuz yani, bu partilerin CHP’ye kayıtsız şartsız desteğini mi!

Hadi oy verecek vatandaşı anlıyorum da, anlı şanlı gazetecilerin buna gösterdiği tepkiyi anlamakta zorlanıyorum.

Ne umuyordunuz sahiden!

Bana gelince.

Listelere bakınca güldüm.

CHP biraz “NEO-AKP” olmuş.

Ama farklı bir şey zaten beklemiyordum.

14 Mayıs günü iktidarın değişmesi halinde, 15 Mayıs’ta 2002’ye dönmeyi beklemediğim gibi.

Ama bu kadarı benim için bile şaşırtıcı oldu.

CHP listelerinde tek iyi şey, büyükelçi Namık Tan’ı görmek oldu.

Oy vereceğim seçim bölgesinde ise oy vermeyi düşündüğüm iki partinin de, oy vermeyi düşünmediğim adaylar göstermiş olması keyfimi kaçırdı.

Ama biliyorum ki bu seçim kişilik meselesi değil.

30 bin konutluk tazminat

Günlerdir yanıtını merak ettiğim bir mesele ile ilgili gelişmeleri izlemeye çalışıyorum.

Konu Türkiye’nin Irak Kürdistanı’ndan yıllardır aldığı petrol.

Biliyorsunuzdur, Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile yaptığı anlaşma ile bu ülkeden, bazı aracılarla petrol alıyordu.

Ancak IKBY’nin sattığı petrolden elde ettiği geliri Irak merkezi yönetimi ile paylaşmasını gerektiren bir anlaşması var.

Daha doğrusu Irak Kürt yönetiminin çıkardığı petrolü Irak’ın petrol şirketi SOMO’ya vermesi, SOMO’nun da buradan elde ettiği gelirin bir bölümünü Kürt yönetimine aktarması gerekiyor.

Daha doğrusu gerekiyordu.

Merkezi yönetim ile Kürt yönetimi arasında yıllardır süren bu sorun, 2014 yılında yapılan bu uzlaşma ile çözülmüş ancak bir yıl bile geçmeden 2015 yılında Kürt yönetimi beklediği geliri elde edemediği gerekçesi ile anlaşma bozulmuştu.

Ve Erbil yönetimi petrolü doğrudan kendi satmaya başlamıştı.

Merkezi yönetim Türkiye ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi arasındaki bu ticareti uluslararası tahkime taşıdı ve Türkiye’yi 1.4 milyar dolar artı faizleri olmak üzere tazminata mahkum ettirdi.

Irak’ın başka talepleri reddedilmiş olsa da, bu tazminat kesinleşti.

Her ne kadar iktidar “Irak da Türkiye’ye tazminat ödeyecek” iddiasında ise de bu konuda ortada somut bir şey yok.

Merak ettiğim ise şu.

Bu tazminatı niye Irak Kürt Bölgesel yönetimi değil de Türkiye ödüyor? Sonuçta yaptığı anlaşmaya uymayan taraf Irak Bölgesel Kürt yönetimi.

Bu petrolü buradan satın alan kim, Türkiye mi, bazı şirketler mi! Şirketler ise tazminatı niye devlet ödüyor!

Varsa Irak’ın bize ödeyeceği iddia edilen tazminat ne kadar!

IKBY petrol ihracatı konusunda Irak merkezi yönetimi ile yeniden anlaşmak üzere. Bu anlaşma Türkiye’nin ödemesi gereken tazminatı da ortadan kaldıracak mı!

Sonuçta 1.4 milyar dolar az para değil.

En azından deprem bölgesinde 25-30 bin yeni konut demek.

Kimsenin günahını almayın

Günlerdir herkes bir kadının kolundaki saati konuşuyor.

Bir televizyon kanalında program yapan birinin, muhalefete verip veriştirirken koluna taktığı saati.

Bu kişinin saati ile ilk gündeme gelişi değil.

Daha önce de aynı markanın bir başka saati ile askeri harekat bölgesinde poz vermiş ve eleştirilerin hedefi olmuştu.

Şimdi yine aynı markanın bir başka modeli ile gündemde.

Bu kez eski bir AK Parti milletvekili saati görünce bir sunucunun en alt ve en üst maaşları belli demiş ve “Nasıl oluyor da, 2.5 milyon liralık bu saati takabiliyor” diye sordu ve konu gündem oldu.

Ben size söyleyeyim.

O saat iddia edildiği gibi 2.5 milyon TL falan etmez.

Evet aynı markanın, yani Rolex’in aynı modelinin yani Daytona’nın, aynı malzemeden yapılmış olanının, yani altının karaborsada 2.5 milyon TL’ye satılanı var ama bu saat o saat değil.

Karaborsada 100 ila 130 bin dolar arasında satılan yani hemen hemen 2.5 milyon TL eden Rolex Daytona, sarı altın John Mayer modeli.

Kadının kolundaki ise Rolex Daytona Rose Gold.

İkisinin de Rolex bayisindeki fiyatı 37 bin 200 dolar.

Ama sarı altın olanın karaborsa fiyatı 130 bin dolar, diğeri ise 40, bilemediniz 50 bin dolar.

Yani en fazla 1 milyon TL.

Bu durum saati alan ile veren arasında bir sorun yaratır mı bilmem ama en azından siz kimsenin günahını almayın derim.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Sürekli millilikten bahsedenler, para ile vatandaşlık satanlara tepki gösterdiği zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları