Alfa Romeo Giulia Sana kırmızı çok yakışıyor

Alfa Romeo Giulia ile ilk kez Cenevre Otomobil Fuarı’nda müşerref olmuştum. Alfa Romeo standında 3 litre motorlu 510 beygirlik Giulia’dan gözlerimi alamamış, içini, dışını, motorunu uzun uzun incelemiştik Faruk Süren’le birlikte. 510 beygirlik motoruyla sıfırdan yüze 3.9 saniyede çıkan bu 4 kişilik sedan aklımızı başımızdan almıştı. Alfa Romeo’nun Türkiye Genel Müdürü Sinan Saip Bel’e bu otomobilin Türkiye fiyatını sormuş, “700 bin TL civarında” olacağını duyunca fenalık geçirmiştik.

Gerçi gücüne ve güzelliğine oranla iyi bir fiyattı ama az uz bir para da değildi.

Cenevre dönüşü bir sabah erken saatte telefonum çaldı.

Arayan Faruk Süren’di.

Deneme için kendisine bir adet Giulia’nın 510 beygirlik modelinden vermişlerdi. O da “Evin etrafında bir tur atarım” diye yola çıkmış, Edirne’den dönerken yolda beni aramıştı. “Bu otomobil manyak bir şey. Böyle bir viraj kabiliyeti pek görmedim” diyordu heyecanla.

Bir dönem Ersoy Çetin’in copilotluğunda Porsche’si ile Avrupa’da o yarış senin bu yarış benim dolaşan Süren diyorsa o otomobilde bir şey olmalıydı. Otomobil editörümüz Hakan Özenen arayıp “Pek sevdiğin Giulia’yı deneyeceksin” deyince gözümün önünde 510 beygir koşturmaya başladı.

Ama ne yazık ki, gazetenin kapısına gelen Giulia hayalini kurduğum değildi.

Gele gele 2 litre turboşarjlı modeli gelmişti. 510 beklerken, elime geçen topu topu 280 beygirdi!

Ama ne yalan söyleyeyim. Çok güzel görünüyordu.

Otomobilde en sevmediğim renk kırmızıdır. Ama Alfa Romeo hariç. Alfa’yı da en çok kırmızıda severim. Her ne hikmetse, kırmızı tüm Alfa’lara en yakışan renktir.

Gelen de siyah metalik jantlarla daha da güzel duran kırmızı bir otomobildi.

Tasarımı kusursuza yakındı.

Alfa’nın 8C ile başlattığı, 4C ile sürdürdüğü spor tasarım geleneği şimdi artık sedan modellere de tam anlamıyla uygulanmaya başlamıştı ve büyük Alfa üçgeni ön tarafa hâkim olmuştu. Çekik farlar ve siyah gündüz farları, geniş hava ızgaraları bayağı sporcu bir görünüm sağlamıştı. Çok ama çok güzeldi. Modern stop lambaları gece başka, gündüz başka güzel görünüyordu.

İç tasarım ve donanım ise VELOCE tipiydi.

Çok kaliteli deri kaplanmış olan ısıtmalı direksiyon üzerinde otomobilin pek çok fonksiyon kumandasının yanı sıra tıpkı Ferrari’lerde olduğu gibi “Start-Stop” düğmesi de bulunuyordu.

Gösterge tabloları son derece alımlıydı ama gece ışıklandırması daha da alımlı hale getiriyordu.

Dashboard’un ortasına entegre edilmiş ekran ise benzerlerinin tümünden daha şıktı ve otomobilin iç tasarımına çok iyi uydurulmuştu. İtalyanlar bu tasarım işini gerçekten herkesten daha iyi biliyordu.

Sadece kapıların alt tarafında kullanılan plastik biraz göze batıyordu.

Vücudu bir yarış otomobilinin koltukları gibi kavrayan ısıtmalı deri koltuklar, bir Ferrari’ye yakışacak şıklık ve kalitedeydi. Bu sınıfta bir otomobilde gördüğüm en iyi koltuk demek koltuğa haksızlık olur; çünkü daha üst sınıflarda da bu kadar iyi yapılmış koltuk pek ender görülüyor. Giulia’nın 2 litrelik 280 beygir gücündeki VELOCE modelinin aslında serinin en makul otomobili olduğunu söyleyebilirim.

Abartısız ama ciddi bir güce sahip. Kalite kusursuz.

Yolda gidiş özellikleri müthiş. Kendi segmentinde bence en iyisi olmuş.

Kafamda oluşan tek soru işareti, “Acaba biraz narin bir otomobil olabilir mi?” oldu.

Çünkü bilirsiniz, Alfa Romeo FIAT Grubu’na geçene kadar çok güzel ama çok sorunlu otomobiller üretirdi. FIAT’a geçtikten sonra ise Alfa olmaktan uzaklaşmış otomobiller üretmeye başladı. Yeni Giulia’ya bakınca güzellik ve performansla birlikte eski sorunlar da geri gelir mi diye düşünmedim değil. Ama zannederim ki yanılıyorum. Başta yaşadığım hayal kırıklığına gelince. Şimdi diyorum ki, iyi ki 510 beygirlik Quadrifoglio modeli gelmemiş.

280 beygirliği böyleyse 510 beygirlik olanla bu yazıyı muhtemelen hastane odasından yazıyor olurdum.

O da şansım varsa…

ÜST DÜZEY SÜRÜŞ ZEVKİ VERİYOR

Arka tarafta yarı kilitli bir diferansiyel var. Bu da 4 çekere rağmen otomobilin virajlarda hafif kaymasına izin veriyor ve müthiş bir viraj kabiliyetinin yanı sıra sürüş zevki de sunuyor. Her anlamda limitlerine kadar zorluyorum. Bana mısın demiyor ve bir an bile kontrolden çıkmıyor.

Q4 dört çeker sistemi aslında Maserati ile hemen hemen aynı sistem ve çok çok başarılı. 4 tekerlekte de bulunan disk frenler süper başarılı. 100 km/s süratteki otomobili 38 metrede durduruyor. Son sürat olarak 250 km/s gördüm. Kadranda görünen son sürat ise zaten 260. Bence onu da yapacak kapasitesi var gibi duruyor. Deli gibi kullanmaya karşın tükettiği yakıt ise 100 km için 14 litre oldu. Makul kullanımda 10 litreler civarında olacağını söyleyebilirim. Fiyatını merak edenler için söyleyeyim.

Dört tekerlekten çekişli 280 beygirlik versiyon 380 bin TL.

OTOMATİK ŞANZIMAN KUSURSUZ

8 ileri şanzımanla motorun uyumu muhteşem. Direksiyonun arkasında aynı Ferrari’de olanlara benzeyen kollarla otomobili manuel olarak da kullanabiliyorsunuz. Selespeed şanzıman mükemmel. Vites aralıkları kusursuz. Vitesli kullanımın bu kadar keyif verdiği bir başka otomobile şu sıralarda rastlamak pek mümkün değil.

Yağ gibi vites değiştiriyor ve gücü bir an olsun bile boşa düşürmüyor. Gerçekten kusursuz.

4.9 SANİYEDE 100 KM/S’Yİ GÖRÜYOR

Havalandırma sistemi 10 üzerinden 10, Harman Kardon müzik sistemi ise 10 üzerinden 8 alacak kalitedeydi. Ancak asıl olayımız direksiyondaki start düğmesine basınca başlıyor. Motor çok da sert olmayan bir hırıltıyla çalışıyor. Sürekli spor modu seçerek kullandığım otomobilin gaz pedalına dokununca şaşırtıcı şeyler başlıyor. Turbo beslemeli 2 litre motor şahane bir 280 beygir veriyor. Bu, otomobili müthiş bir ivmeyle fırlatıyor. Sıfırdan yüze ulaşmak topu topu 4.9 saniye sürüyor ki, bu 1990’ların Ferrarileri ile yakın bir değer.

Erişilebilirlik Araçları