Ben olumsuz görüşme görmedim

Vuslat Roma’da olmaz ise Glasgow’da olacaktı.

Biden tarafı nazlanıyor, Türk tarafı ise bir an önce olsun istiyordu.

Amerikan tarafının açıklamaları Roma’dan çok Glasgow’da bir buluşmayı işaret ediyordu.

Ne olduysa oldu, Roma’da görüşüldü.

Öyle ki, asıl derdi Biden’la görüşmek olan Erdoğan, amacına ulaşınca Glasgow’daki iklim zirvesine katılımını bile iptal ederek Türkiye’ye döndü.

İkilinin görüşmesinin ardından tarafların yaptığı açıklamalar ise birbiri ile tutarsız.

Türk tarafı görüşmeler olumlu geçti diyor.

Ki ben asla aksini duymadım.

Neredeyse tarafların kavga ettiğini sonradan öğrendiğimiz 2013’te Beyaz Saray’daki görüşme bile Türk tarafı açısından olumlu geçmişti.

Haliyle bu görüşme de “olumu geçmiş.”

Eğer olumlu geçti ise o zaman

1. ABD, Rusya’dan S 400’leri satın almamızı büyük sorun haline getirmeyecektir.

2. F 35 programına yeniden dahil edilme sürecimiz hemen başlayacaktır.

3. F 35’lerin Türkiye’ye teslimine kadar geçecek sürede Türk Hava Kuvvetleri’nin zaafa uğramaması için, müttefikimiz ABD talep ettiğimiz F16’ları Türkiye’ye verecek, bu konuda Kongre engeli çıkmaması için Biden bizzat devreye girecektir.

4. ABD Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG oluşumunu desteklemekten vazgeçecek, PKK ile müttefiklik ilişkisine son verecektir.

5. CAATSA yaptırımları konusunda ABD geri adım atacaktır.

6. Halkbank davasında Amerikan yargısı bağımsız olmakla birlikte yönetim Türkiye’nin tutumunu anlayışla karşıladığını mahkemeye hissettirecektir.

Bakın hepsi demiyorum, bu yukarıda saydığım 6 maddeden 2’si üzerinde uzlaşılmış olması bile görüşmenin olumlu geçtiği iddiasını destekler.

Sadece ikisi.

Ancak ben değil iki, bu saydıklarımdan biri üzerinde bile bir uzlaşma sağlandığını, ABD’nin bunlardan birinde bile bir politika değişikliğini kabul ettiğini zannetmiyorum.

Benim bu zirveden anladığım her iki tarafın da farklı anlam ve farklı olumlu sonuçlar çıkardığıdır.

***

Karbon sıfırda kim nerede

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Glasgow’daki İklim Zirvesine gitmedi.

Oysa BM kürsüsünden iklim krizine değinmiş ve Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı hızla onaylayacağını söylemişti.

Nitekim dediği gibi de olmuş, Paris Anlaşması TBMM’den büyük bir hızla geçmişti.

Peki dünya karbon ayak izini yok etme ve dünyayı yaşanabilir bir gezgen olarak tutma konusunda verdiği sözlerde nerede!

Ya da hangi ülke bu konuda en kararlı ve ciddi adımları atmış ve atıyor?

Açık söyleyeyim.

İki ülke hariç hiç kimse.

Aşağıdaki haritaya bakarsanız, sadece ve sadece iki ülkenin karbon emisyonunu hedeflenen sınıra indirdiklerin görürsünüz.

Bu iki ülke Bhutan ve Surinam.

Sanayii olmayan, nüfusları kısıtlı iki ülke dışında sözünü tutmuş ya da yakın zamanda tutacak ülke yok gibi bir şey.

Sadece Finlandiya önümüzdeki 15 yıl içinde bu hedefe ulaşacak gibi görünüyor.

Türkiye ise Paris Anlaşması’nı onaylamış olmasına rağmen Çin, Ukrayna ve Malezya’dan sonra hedefe en uzak ülke.

***

İmam yellenmezse

Birkaç gün önce, sosyal medya hesabımdan, Diyanet İşleri Başkanı hakkındaki düşüncelerimi yazıp söylersem, hapse atılacağımı ve büyük bir tazminata mahkum edileceğimi söyleyen bir tweet attım.

Tweet çok sayıda beğeni ve bolca retweet aldı.

Birkaç saat sonra, okul yıllarımdan beri tanıdığım, öğretmenliğimi de yapmış olan ve saygı duyduğum bir eski AK Parti milletvekili ve belediye başkanı aradı.

“Sevgili Fatih Bey, paylaşımınız çok üzücü, aynı düşünceleri paylaşmadığımız kesimlere yönelik bu kadara kırıcı ve dışlayıcı olmasak daha iyi olmaz mı!” dedi.

Belli ki, paylaşım çok rahatsız etmişti.

“Sevgili Hocam, çok haklısınız. Tam da böyle olmamız lazım zaten benim de Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan zata kızgınlığımın nedeni de tam bu. Kendisi gibi düşünmeyen kesimlere karşı saldırgan bir tutum içinde. Bence benimle değil, onunla da konuşmalısınız. Sonuçta ben kendi halinde bir gazeteciyim. O ise öyle veya böyle bu ülkenin Diyanet İşleri’nin başına atanmış biri. Onun etkisi çok daha büyük. Eğer benim etkim bir ise onun etkisi yüz. Asıl o sizin bu düşüncenize uymalı” dedim.

Arayan milletvekili “Fatih Bey, sizi çok sevdiğimi bilirsiniz. Lütfen bu paylaşımınızı silin. Ben de Diyanet İşleri Başkanı ile de konuşacağım” dedi.

Telefonu kapattık.

Ben tweet’imi silip silmemeyi düşünürken ekranıma Diyanet İşleri Başkan Yardımcısının açıklamaları düştü.

Bu kez de düğün fotoğrafı çektiren çiftlere hakaretin bini bir paraydı.

Düşündüm ki, az bile demişim.

İmam yellenirse cemaatin ne yapacağı bellidir.

***

Bu mudur Cumhuriyet

Yukarıda sözünü ettiğim twitter paylaşımımın fotoğrafını koyuyorum.

Şöyle yazmışım:

“Cumhuriyet’in ilanının yıldönümü için hazırlanan hutbede Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını geçirmeyen Diyanet İşleri ve Başkanlık koltuğunu kirleten zat hakkındaki düşündüklerimi yazarsam çok büyük tazminat öder ve hapse girerim. Ama siz içimden geçenleri anlarsınız”

Cumhuriyet gazetesinin internet sitesi bu paylaşımı haber yapmış ama bakın nasıl:

“Fatih Altaylı’dan sert tepki. ‘Düşündüklerimi yazarsam çok büyük tazminat öder ve hapse girerim’”

Öylesine alçakça, öylesine adice, öylesine şerefsizce bir alıntı ki, kabul etmek ve sessiz kalmak mümkün değil.

Zaten bu alıntının altına bilumum FETÖ’cüler yorum yazarak bana demediklerini bırakmamışlar.

Sanki düşündüklerimi yazmıyormuşum gibi.

Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Sevgili Aykut Küçükkaya’ya sormak isterim, Aykutcuğum bu yapılan rezilliğe onay veriyor musun? Buna gazetecilik denebilir mi? Bu ayıp değil midir? Başlık yolu ile bir açıklamanın anlamını bambaşka bir yere çevirmek etik midir. Ahlaki midir! İnternet sitenizin yönetimi hala geçmiş dönem kalıntıları ile mu dolu? Okumamamız gereken rezil gazeteler sınıfına Cumhuriyet’i de dahil edelim mi!”

***

Air France rezaleti

Dün bir tanıdığımın başına şöyle bir olay geldi.

Amerika Birleşik Devletleri’ne Paris aktarmalı uçmak üzere Air France’den üç adet gidiş dönüş bilet alırlar.

Sabaha karşı 5 gibi kalkacak uçağa binmek için ellerinde bavullarla gece yarısı 2’de Yeni Atatürk Havalimanı’na giderler.

Ancak uçağa bindirilmezler.

Air France görevlisi kendilerine “Turist vizesi ile ABD’ye uçacak olanlar Paris aktarmalı olarak gidemezler. Ancak direkt seferle gidebilirler. Sizi uçağa alamayız” deyince eşekten düşmüşe dönerler.

Ellerinde bavullarla havalimanında kalakalmışlardır.

Tatil planları alt üst olmuştur.

Tüm randevuları, tüm rezervasyonları bir anda içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir.

Ancak Air France’in ne internet sitesinde böyle bir uyarı vardır ne de biletleri satın alırlarken kendilerine böyle bir şey söylenmiştir.

Görevli, “Bizim sorunumuz değil. Biz sizin Amerikan vatandaşı olup olmadığınızı bilemeyiz” der.

Ama bileti alırken pasaportları sordukları için bileti alanların Türk vatandaşı olduğunu bilmemeleri imkansızdır.

Türk pasaportunu görünce de bir uyarı yapmamışlardır.

Zaten görevli her uçuşta pek çok yolcunun böyle bir mağduriyet yaşadığını da belirtmiştir.

Sonuçta yolcular uçağa alınmaz.

Siz siz olun Air France ile ABD’ye falan gitmeyi planlıyorsanız uçuşunuzu gözden geçirin.

Çünkü belli ki, Fransız havayolları hem suçlu hem güçlü olmayı iyi biliyor.

Aynen Cumhurbaşkanları gibi.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Edepsizlik pandemiye dönüşmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları