Aile hekimliği sürdürülebilir değil

Aile hekimlerinin konuşması, açıklama yapması, dertlerini dile getirmesi yasak ama onlar yerine ya da sistem yerine ben konuşayım.

Çünkü durumun farkındayım.

Aile hekimliği sistemi ve aile sağlığı merkezleri, topluma sağlık hizmeti mi veriyor yoksa SOS mi veriyor emin olamıyorum.

Çünkü bu sistemin sürdürülebilirliği var gibi görünmüyor.

Nedenlerini kendimce anlatayım:

1. Her bir aile hekimi başına 4 bin vatandaş düşüyor. Bir aile hekiminin yeni kurallar gereği yakından, obeziteden yüksek tansiyona, nezleden, kronik hastalıklara kadar sağlık durumunu takip etmesi ve sorumlusu olması gereken vatandaş sayısı 4 bin.

2. Bu 4 bin kişinin sağlık durumları doktorun performansını ve gelirini etkiliyor. Diyelim ki aile hekiminin sorumlu olduğu kişiler arasında obezler var. Hekim bunları izlemek ve zayıflatmak zorunda. Zayıflatamaz ise puanı düşüyor. Hastanın ise sorumluluğu sıfır. Ya da yüksek tansiyon hastası. Hekim yetkisi dahilindeki ilaçları yazarak bu tansiyonu düşürmek zorunda. Hasta ilaçları kullanmasa bile sorumluluk hekimde. Farklı hastalıkların taramaları da aynı şekilde hekimin sorumluğunda. Aile hekimine uğramayan bir hastanın kanser taramasına katılmaması da hekimin puanını düşürüyor.

3. Hekimlere Sağlık Bakanlığı toptan bir para veriyor. Aile hekimi bu para ile önce bir Aile Sağlığı Merkezi kiralayacak. Sonra bu merkezde kullanılacak tıbbi malzemeleri satın alacak. Elektrik, su parasını ödeyecek, sonra para kaldıysa bir hemşire istihdam edecek. Ve istihdam ettiği kişi sayısına göre sınıf atlayacak. Durum bu olunca kullanılan medikal malzemelerde bir standart olmuyor. Medikal malzemelerdeki yüksek fiyat artışı, ödeneklere yansıtılmadığı için malzeme kalitesi giderek düşüyor. Pek yakında hastalardan kendileri için kullanılacak malzemeyi getirmeleri istenebilir.

4. Aile Sağlığı Merkezleri’ni hekimler kiraladığı için özellikle büyük kentlerin pahalı semtlerinde Aile Sağlığı Merkezi kiralamak imkansız hale geliyor. İstanbul’da kiraların yüksek olduğu Bağdat Caddesi civarı, Nişantaşı, Etiler, Bebek, Beşiktaş, Bakırköy gibi bölgelerde Aile Sağlığı Merkezleri son derece kötü binalarda, bazen yerin iki üç kat altındaki dairelerde kiralanabiliyor. Bakanlığın muayenehane kriterlerine uymayan bina ya da daireler Aile Sağlığı Merkezi olabiliyor.

5. Kiralamaların doktorlar tarafından yapılması başka sıkıntılara da neden oluyor. Mesela bir ilimizde aynı Aile Sağlığı Merkezi’nde çalışan bir çift yasak olmasına rağmen medikal estetik hizmeti de verdikleri için Aile Hekimliği sözleşmeleri iptal ediliyor. Onlar da Aile Sağlığı Merkezi tabelasını indirip ertesi gün kendi adlarına işe devam ediyorlar. İl Sağlık Müdürlüğü’nün itirazları sonuç vermiyor çünkü kira sözleşmesi hekimlerle yapılmış.

6. Aile hekimlerinin yazabilecekleri ilaçların sınırlandırılmış olması, hastanelerin yükünü azaltmayı hedefleyen sistemin tam aksi bir sonuç vermesini ve yer yer sadece hastanelere sevk amaçlı birer muayene noktasına dönüşmelerine neden oluyor.

7. İkametgah adresinizden bağımsız olarak evinize çok uzak, aynı semtte olmadığınız bir aile hekiminden randevu alma imkanının olması gereksiz bir kargaşaya neden oluyor.

8. Ve en önemlisi hizmet kalitesine önem veren bir hekim daha düşük şahsi gelir elde ederken, hizmet kalitesini önemsemeyen bir doktor daha fazla para kazanabiliyor.

9. Doktorlara kesilen cezalar, Bakanlık döner sermayesine aktarılarak bakanlık merkez personeline gelir oluyor niyeyse!

Mantık olarak doğru ama uygulama biçimi olarak sürdürülebilir bir sistem değildir. Acilen yeniden düşünülüp, daha doğru ve sürdürülebilir hale getirilmelidir.

***

Kutu kutu

“Merkez medya Pandora belgeleri haberini vermedi” diye kıyamet koparanlar var.

Ayıp.

Şu an Türkiye’de Habertürk’ten daha merkezde bir medya bana göre yok ve Pandora Belgeleri denen sızıntıyı ilk haber yapanların başında Haberturk.com geliyor.

Belgelerde ilk ortaya çıkanlardan biri son dönemin hızlı müteahhitlerinden Rönesans inşaatın patronunun yurt dışında bazı off shore hesaplara para aktarması.

Bana göre bunda zerre gariplik yok.

Bir iş insanının kayıtlı, vergisi ödenmiş parasını nerede tutacağı bizi ilgilendirmez.

İster bahçesine gömer, ister yatağının altına saklar, isterse dünyanın herhangi bir yerindeki bir bankaya yatırır.

Kendi bileceği iştir.

Ancak burada ligi çekici olan bu holding patronunun yurt dışında yapmış olduğu yaklaşık 110 milyon dolarlık bağıştır.

110 milyon dolar neredeyse 1 milyar TL civarında bir paraya tekabül etmektedir.

Az uz bir miktar değildir.

Hele hele bağış olarak ciddi bir miktardır.

Bir Türk firmasının bu bağışı yurt dışında değil, Türkiye’deki ihtiyaç sahibi vakıflara yapmış olmasını isterdim.

Tabii bu yurt dışında iş yapmanın bedeli de olabilir.

***

Alma Sezer’in ahını

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alışveriş arabası ile market kasası önündeki fotoğrafını görünce güldüm.

Fotoğrafa değil elbet.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aşırı övgüler düzmeyi meslek haline getirmişlerin düştüğü hale.

Gençler pek hatırlamaz ama eskiden Ahmet Necdet Sezer adında bir Cumhurbaşkanımız vardı.

Anayasa Mahkemesi Başkanı iken Bülent Ecevit tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiş ve seçilmişti.

Elinde file ile Migros’a gider alışverişini kendi yapar, kırmızı ışıkta makam aracını durdururdu.

Çocuklarından birinin nişanını Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapınca, o günkü mutfak ve personel masraflarını cebinden ödemişti.

Bugünkü iktidarı övmeyi pek seven gazetecilerimize göre “kıtıpiyöz” bir adamdı Sezer.

Bugünkü iktidarın büyük övücülerinden boyu ile soyadı son derece uyumsuz olan biri bir vakitte Erdoğan’ı överken şöyle yazmıştı:

“Cumhurbaşkanı olmanın Migros’ta kendi alışveriş arabanı kullanmak olmadığını o zaman öğrenmiştik”

Cumhurbaşkanı’nı market arabası ile görünce aklıma o yazı geldi.

Acaba “Ama ben Migros demiştim” diye kendini savunur mu diye güldüm.

***

Bir zaman makinesi olarak Cİ

Geçen yıl pandemi nedeniyle son derece sönük geçen Contemporary İstanbul sanat fuarı bu yıl daha büyük bir ihtişamla geri geldi.

Bu yıl Haliç kıyısında, Tersane İstanbul’da düzenleniyor ve mekan müthiş.

Herhalde dünyada bir sanat fuarı için bundan daha iyi bir mekan bulanamaz.

Önde Haliç ve arkasında yükselen eski İstanbul’un muhteşem silueti.

Arkada göze hoş gelen biçimde yenilenmiş eski tersane binaları.

İçinde de onlarca galeri tarafından sergilenen Türk ve yabancı sanatçıların eserleri.

Dün birkaç saatimi Tersane İstanbul’da geçirdim.

O kadar keyif aldım ki, anlatamam.

Sanki zaman makinesi ile başka bir döneme gitmiştim.

Belki geçmişte, belki gelecekte.

Ama kesinlikle başka bir zamanda başka bir yerde idim.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İnadın umudun yakıtı olduğunu unutmadığımız zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları