Nedir bu Zindaşti ve Kuzu meselesi

Zindaşti meselesi ile ilgili adım geçince genç okurlar, yeni okurlar ve unutkan okurlar sormaya başladı.

“Nedir bu Zindaşti işi?” diye.

Defalarca yazdım, defalarca anlattım ama bir kez daha anlatalım.

İran asıllı Naci Zindaşti uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı, çoklu cinayete azmettirme gibi suçlardan aranan bir kriminal şahsiyetti.

2018 yılında Türk polisi tarafından yakalandı.

Ancak yakalanmasının ardından avukatlarının tutuklanmaya yaptığı itiraz sonrasında 18 Ekim’de çıkarıldığı mahkeme tarafından “garip” bir biçimde serbest bırakıldı.

Durum ilginçti ama ne yazık ki, Türk medyasında kimsenin ilgisini çekmiyordu.

Bir tek bendeniz konuyu araştırmaya başladım.

Ve bir süre sonra çok ilginç bulgulara ulaştım.

Zindaşti’nin serbest bırakılması için çok bildik bir AK Partili siyasetçi devreye girmişti. TBMM Anayasa Komisyonluğu Başkanlığı da yapmış ve kendini Başkanlık sisteminin fikri mimarı olarak gören Prof. Burhan Kuzu, siyasi gücünü kullanarak hakim Cevdet Özcan’a baskı yapmış ve Zindaşti’nin serbest bırakılmasını sağlamıştı.

Türkiye bunu 31 Ekim 2018 tarihinde yazdığım bir yazıdan öğrendi. Zindaşti’yi serbest bırakan hakim Özcan bu rezaletten sonra HSK’ya verdiği ilk ifadesinde “Beni Burhan Kuzu defalarca aradı. Bunun bir devlet işi olduğunu, Zindaşti’nin serbest bırakılmasının Türk devletinin arzu ettiği bir şey olduğunu söyledi. Ben de bıraktım” diye anlamlandırılabilecek bir ifade vermişti. O günlerde ben de bunu hem HSK hem de başka kaynaklardan doğrulattım. Burhan Kuzu anında yalanladı. “Fatih Bey bugünkü yazınızda ismimi vermeseniz de vermiş gibi oldunuz. Ben ne o İranlıyı tanırım ne de o hakimle görüşmem oldu. Hele hele duygusallık dediğin para işleri benim asla yapmayacağım işler. Bu bilgiyi kim verdi size bilmem. Ancak uzaktan yakından alakam yok. Yeni bir FETÖ kumpası olabilir. 15 Temmuz gerçekleşseydi öldürülecek ilk 5 ismin içinde benim de adım var. Ömrümde hiçbir hakimi arayıp telkinde bulunmadım. Ben bir Anayasa Hukuku Profesörüyüm. Yargıya baskının ne anlama geleceğini çok iyi bilirim. Dürüst bir gazeteci olarak tanıdığım Altaylı bu düzeltmeyi de yapar diye ümit ediyorum” dedi.

Tabii yalan söylüyordu.

“Zindaşti ile fotoğrafları olduğunu” söyledim. Onun için de “Ben bir politikacıyım. Kimlerle fotoğraf çektiriyorum ne bileyim” dedi.

Fotoğraflar yayınlanınca da iddiasını yalanlamayı sürdürdü.

Bu arada önce Cumhuriyet gazetesi sonra aralarında İsmail Saymaz’ın da bulunduğu birkaç gazeteci daha konuya ilgili duymaya başladı.

Sağ olsunlar, yalnız başıma uğraşmaktan kurtuldum. Daha çok fotoğraf çıktı.

Yemek yedikleri fotoğraflar ortaya çıktı.

Sonrasında “Biri getirdi. Ben tanımıyordum” dedi. En sonunda Burhan Kuzu’nun Zindaşti’nin Türk vatandaşlığı için başvuruda bulunurken kendisine “referans” olduğunu ortaya çıkardım.

Prof. Kuzu önce bunu da yalanladı haliyle.

Sonra “Birisi rica etmiş. Tanımam bile. Ben de olmuşum bilmeden” dedi.

Kuzu yalanladıkça battı.

Battıkça yalana daha çok sarıldı.

Ama kendisine hiçbir şey olmadı. Öyle ki, devletin elindeki delilli, belgeli tüm bu iddialara rağmen devletteki görevlerini sürdürdü.

Bu arada Hakim Cevdet Özcan’ın önce görev yeri değiştirildi sonra hakkında rüşvetten dava açıldı.

Burhan Kuzu ile ilgili de önce uzun bir sessizlik dönemi yaşandı, sonrasında da nüfuz ticareti ve yargıya müdahale suçundan dava açıldı (Devletteki görevleri sürerken).

8 Eylül 2020 günü yapılan ilk duruşmaya Burhan Kuzu “sağlık gerekçesi” ile katılmadı.

Duruşma 19 Ocak 2021’e ertelendi.

Ama hiçbir zaman yapılamadı.

Çünkü Burhan Kuzu’nun 1 Kasım 2020 günü COVID-19 nedeniyle öldüğü açıklandı.

Şimdi Sedat Peker, Kuzu’nun Zindaşti’nin hasmı ve bir başka uyuşturucu kaçakçısı Orhan Üngan’ın da kirli işlerine siyasi nüfuzunu kullanarak destek olması gibi çok önemli bir iddiayı ortaya attı ve “Bunu bilen sadece 5 kişi var” diyor.

Ne yazık ki, Burhan Kuzu 10 ay önce öldü.

Keşke o 5 kişiden herhangi birinin ölümünden önce konuşsaydı.

Gerçi bir şey değişir miydi ondan da emin değilim.

***

En son Latin istilasında görmüştü

Kontrolsüz göçmen akınının toplum üzerindeki etkisi giderek artıyor.

Bir yandan Van’dan gelen Afgan göçmen görüntülerini konuşurken, diğer yandan İstanbul’daki felaketi gözlerimizle izliyoruz.

Dahası göçmenler misafirlikten, yavuz hırsızlık moduna geçtiler bile.

Türkiye’de hangi yasal hakla bulunduğunu bilmediğim bir Afgan, sosyal medya hesabından Türkiye’ye, Türkler’e, Türk kadınlarına hakaretler yağdırıyordu.

Tipik bir “Yüz verirsin deliye gelir sıçar halıya” durumu yani.

Afganistan’dan karısını, kızını bırakıp kaçan bir “itten” ders alıyoruz anlayacağınız.

Diğer yandan da İstanbul istila altında bir şehir görüntüsünü giderek pekiştiriyor.

Dün İstanbul’un Anadolu yakasında bir arkadaşıma gitmem gerekiyordu.

Ve Kızıltoprak’tan Kartal’a kadar uzanan sahil yolunu kullandım.

Yemin ediyorum Türkiye’deyim, İstanbul’dayım demeye bin şahit bile yetmezdi.

Gözlerime inanamadım.

“Burası bizim İstanbulumuz mu?” dedim.

Gözünüzle siz de görün diye fotoğraflar paylaşıyorum sizinle.

Aynı fotoğrafları hatta beterlerini Avrupa yakasındaki tüm sahillerde Cankurtaran’dan başlayıp Bakırköy’de, Ataköy’de, Yeşilköy’de, Yeşilyurt’ta, Florya’da çekebilirsiniz.

Gördüğünüz yerler Lazkiye değil, İstanbul.

Bunlar yine iyi görüntüler.

Başka yerlerde bir felaketin eli kulağında.

İki günde iki taciz iddiası ve göçmenlere yönelik linç girişimi oldu.

Resmi görüşü olarak göçmenleri savunan Murat Bardakçı dostuma sormak isterim.

“Osmanlı zamanında böyle bir şey mümkün müydü? Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak özellikle İstanbul için Devlet-i Aliyye’nin bir iskan politikası var mıydı?

2 milyon Suriyeli, hadi 2 milyonu geçtim 500 bin Suriyeli Osmanlı vatandaşı canları çekince kalkıp İstanbul’a gelip yerleşebilir miydi?

Hele ki İmparatorluğun güçlü zamanlarında böyle bir şey mümkün müydü Murat!

İstanbul’u bitiren, perişan eden 13. Yüzyıl’daki Latin istilasından sonra İstanbul’un böyle kontrolsüz bir istila gördüğünü hiç zannetmiyorum.

Osmanlı’nın da buna izin vermeyeceğinden eminim.

Ve siz de emin olun ki, İstanbul’a ve Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmak zaten bizim olan Ayasofya’yı ibadete açmakla olmuyor.

Onların emaneti olan kentleri korumakla oluyor!

Ve Murat gayet iyi bilirsin ki, İstanbul’u bitiren Latin istilası idi.

Bu istilanın sonu da öyle olmaz inşallah.

Kızıltoprak’tan Kartal’a kadar uzanan sahil yolundan manzaralar

***

Niye Göcek dedim

Son yazımda yangınlarla ilgili olarak Göcek’e dikkat çekince “Madem biliyorsun, niye söylemiyorsun” dediler.

Elimde belgeli bir bilgi olsa söylerim merak etmeyin.

30 yıldır bu memlekette söylenmeyen ne varsa ben söylüyorum zaten.

Göcek’le ilgili bilgim değil, kuşkularım var.

Nedeni de şu.

Son bir iki yıl içinde Göcek’te çok fazla arazi hareketliliği var.

İmarı olmayan 2B’li araziler hızla el değiştiriyor, birileri yüksek miktarda arazi alıyor, Binlik, Sarsala koylarında “şimdilik” her türlü imara kapalı araziler birilerine satılıyor.

Göcek’teki meskun olmayan adalardaki günübirlik tesislerin sahibi köylülere baskı yapılarak tesisleri ellerinden alınmaya çalışılıyor.

Binlik koyu gibi cennet koylarda kıyıda bazı yasaklı yerlerde kaçak olduğu tartışmasız inşaat faaliyetleri epeydir sürüyor.

Köylüler, yerliler sürekli çeşitli iddialar ortaya atıyor, Göcek’in kamuya ait en güzel yerlerinin de bazı otel zincirlerine verilmek üzere olduğu yöre halkı arasında fısıldanıp duruyor.

Bu yüzden “Göcek’e dikkat” dedim.

Bir anlamda uyarmak istedim.

Testi kırılmadan haber vermeye çalıştım.

Elinde belge bilgi olan var ise beklerim.

***

Thodex!

Kaçtığı günlerde açıklama üzerine açıklama yapan siyasetçilere göre “Yakalanması an meselesi” olan Thodex tosunu Faruk Fatih Özer’den hala ses yok.

“Nerede? Hani yakalıyordunuz!” diye soruyorum çıt çıkmıyor.

Ben ısrarla gündemde tutacağım.

“Nerede bu? Hani yakalıyordunuz!” demeye devam edeceğim.

Çünkü bu tosun yakalanmadıkça “Büyük banka soygunları içerde adamınız olmadan yapılamaz” tezi giderek geçerlilik kazanıyor.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Lafla yürüyen peynir gemilerinin limandan asla çıkamadığını anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları