Her şey dahil Türkiye

Avrupa Birliği’nden iki önemli misafir vardı önceki gün.

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gittiler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüler.

Hani şu “oturma krizi”nin yaşandığı meşhur görüşme.

Ziyaretin medyaya yansıyış biçimine baktığım zaman bende uyanan izlenim, Avrupalıların Türkiye ile ilişkileri normalleştirme ve Türkiye ile daha yakın ilişkiler geliştirme ziyaretiydi bu.

Avrupa dize gelmiş, Türkiye’nin önemini anlamıştı.

Bu yüzden de ayağımıza kadar gelmişlerdi.

Medyada yaratılan hava buydu.

Kazın ayağı sonradan anlaşıldı.

Bu aslında bir “Otel rezervasyon ziyareti” idi.

Avrupalılar, öcü gibi korktukları Suriyeli göçmenlerin Avrupa’nın kapısına dayanmasını engellemek için gelmişlerdi.

Türkiye’ye “Suriyeleri ülkenizde yatırmaya devam edin. Biz de bunun karşılığında size ödeme yapmaya devam edelim” diyorlardı.

Ziyaretin sebebi buydu.

Bir tür tur operatörü ile otel sahibi görüşmesi gibi.

Suriyeli göçmenler “Tam pansiyon her şey dahil” olarak Türkiye’de kalmaya devam edecek, bunun karşılığında Türkiye’ye yine birkaç milyar dolar ödeme yapacak.

Avrupa Birliği kendisine birkaç yüz milyar dolar ve ciddi bir sosyal sorun olabilecek bir meseleyi, Türkiye’yi mülteci oteli gibi kullanarak çözüyor.

2016’da yapılan ilk anlaşmaya göre Türkiye’de 6 milyar avro ödenmişti.

Şimdi anlaşma uzatıldı ama kaç avro ödeneceğini öğrenemedik henüz.

Bildiğimiz Suriyelilerin Avrupalıların çok sevdiği “alles inklusive” olarak Türkiye’de kalmaya devam edeceği.

Ancak otel yönetiminin söylemleri doğru ise bu müşteriler için otelin yaptığı harcama 40 milyar dolar.

Aldığı para ise 6 milyar dolar.

Bu para bırakın kâr etmeyi masrafları bile karşılamıyor anlayacağınız.

Yani zararına ağırlıyoruz Suriyelileri.

Nakit akışına ihtiyacımız olduğu için zararı göze alan borçlu şirket gibiyiz anlayacağınız.

Ve görülen o ki, yeni anlaşma da pek farklı değil.

Bu yönetim anlayışı ile otel yakında batar gibi görünüyor.

Ya da battığını yakında anlar gibi.

***

Terbiye

Gelelim oturma krizine.

Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in ayakta kalıp, üçlü koltuğa oturmaya mecbur bırakıldığını izleyince bunun bir “diplomatik intikam” olduğunu düşündüm.

Çünkü Von der Leyen hemen tüm konuşmalarında Türkiye’ye yönelik sert bir tonu tercih ediyor, Türkiye’yi suçlayıcı ifadeler kullanıyordu.

Son olarak hatırladığım “Türkiye AB üyesi olma yönünde ilerlemiyor” diyerek Türkiye’yi kızdırmıştı.

Von der Leyen’in söylediklerinin doğru olup olmaması bir yana bulunduğu mevkiinin gerektirdiği diplomatik nezaketten uzak ve kırıcı bir tavrı vardı Türkiye’ye yönelik.

Ayakta kalmasını bunun intikamı olarak algıladım.

Garip olan ise birlikte geldiği AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in tavrı idi.

Leyen’in ayakta kalmasını hiç ama hiç umursamadan Erdoğan’ın yanındaki koltuğa kuruluverdi.

Oldukça kaba, nezaketsiz ve biraz da “öküzce” davranan asıl Michel’di.

Zaten Avrupa’da da eleştiri okları Michel’e yöneldi, onun tavrı yanlış bulundu.

AB’nin gerekli protokol ayarlamalarını yapmadığı söylendi.

Ama her ne hikmetse İtalya Başbakanı kalktı, doğrudan Türkiye’yi suçladı ve yetmezmiş gibi bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “diktatör” dedi.

Bu cümledeki siyasi aymazlık ve ahmaklık bir yana, kelimenin türediği yer Draghi’nin toprakları.

Yeni İtalya.

Kelimenin kökeni Latince.

20. Yüzyıl’daki diktatörler çağını başlatan ülke.

İşin ilginci faşizm kelimesinin de kaynağı aynı topraklar. Siyaseten, bir ülkenin liderine asla söylenmemesi gereken bir sıfatı kullanmış olması, siyaseti bilmemesine ve atanmış bir bürokrat olmasına bağlanacaktır muhtemelen.

***

Ölümüne siyaset

Pandemi yönetimini en iyi yapan ülke olduğumuz söylene söylene geldiğimiz yere bakın.

Nüfusa oranla vaka sayısında açık ara öne geçtik.

Vaka sayısında ise 4. sıradayız.

Önümüzdeki ülkelerin nüfusları bizden birkaç kat daha fazla. Hatta 15 kat fazla olan bile var.

Yani yaptık, sıvamakla meşgulüz.

Ancak büyük bir başarı ile hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya da devam ediyoruz.

Ve tüm bunların en önemli nedenlerinden biri olan AK Parti kongreleri de kurbanlarını vermeye başladı.

Ne yazık ki, bir belediye başkanı muhtemelen kongre sırasında kaptığı hastalıktan dün hayatını kaybetti.

Partiye kaybettiği coşkuyu yeniden kazandırmak, hava getirmek için yapılan kongrelerin sonucu acı oldu.

Ölümüne siyaset bu olsa gerek.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Dürüstlük hile sayılmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları