Önce yasayı bir öğrenin olur mu?

Suriye’den gelenlerin artık ülkelerine dönmeyeceklerini, en azından yüzde 80’inin artık Türkiye’de kalıcı olduğunu üç yıldır söylüyorum.

Bunu bana söyleten UNHCR’nin yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin istatistiki verileri idi.

Ben ve benim gibi veriye dayalı olarak bu iddiayı ortaya atanlara karşı hükümet yanlısı medya ve kalemleri “Maksatlı olarak söylüyorsunuz bunları. Geri gidecekler elbette. Hele bir Esad tehlikesi geçsin” diyordu.

Ancak ben ve benim gibi düşünenlerin haklılığı anlaşılmaya başlandıkça hükümet yanlılarının tavırları da değişmeye başladı.

“Bu göçmenler ne olacak” dediğimiz anda artık “Irkçılık ha!” diyerek saldırıya geçiyorlar. Çünkü başka dayanakları kalmadı. Onlar da artık bu misafirlerin misafir olmadığını, kalacaklarını, kaldıklarını biliyorlar.

Onlar da konunun ırkçılıkla değil, hukukla alakalı olduğunun gayet farkındalar ama konuşulmasını istemedikleri konularla ilgili olarak sürekli bir “evrensel suçlama” bulmayı adet ve tarz haline getirdikleri için hemen “ırkçılık” suçlamasına sarılıyorlar.

Hatta daha ileri gidip “faşistlik” diyenler de oluyor ve diyenlerin kimlikleri beni çok güldürüyor.

Peki Türkiye’nin yasalarına göre “göçmen” ne?

Bakın Türk hukuku ya da 543 sayılı İskân Kanunu göçmeni nasıl tanımlıyor: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu kanun gereğince kabul olunanlar”

Bu yasa maddesini ben yazmadım. TBMM yazmış.

Kendi ülkelerinin yasalarını bilmeyenler, bu yasaların uygulanmasını isteyenlere “ırkçı” ve “faşist” diyebiliyor.

Üstelik en azından benim “Geçici koruma statüsü altındaki” Suriyelilerle ilgili geçmişte tek bir olumsuz cümlem yok.

Tek söylediğim şu: “Madem bu ülkeye sığındılar, bu ülkenin yasalarına, kurallarına uysunlar. Kendilerini yasalar üstü bir konumda görmesinler.

Bu ülke vatandaşları salgın riski nedeniyle sokağa çıkmıyorsa, onlar da aynı riski taşıdığına göre onlar da çıkmasın. Bu ülkenin vatandaşlarına tanınmayan yasal, sosyal ve ekonomik haklar onlara da tanınmasın. En azından bizimle eşit olsunlar.”

Bir ülkeye toplu halde gelip, o ülkenin yasalarını ve kurallarını tanımazdan gelenler ve kendilerini o yasaların üzerinde görenler ancak ve ancak işgalciler olacağı için de bu metaforu kullandım.

Cühela ordusu “Almanya’daki işçilerimiz” diye bana karşı çıktı.

Almanya’daki işçilerimiz davetle oraya giden “misafir işçilerdi.”

Yasa dışı yollardan o ülkeye girmediler.

Ve Almanya’nın kanunlarına, kurallarına uydular.

İktidarın başımıza açtığı dertleri savunacağım diye kendini parçalayanlara bir tavsiyem var.

Kızmıyorum, varlık sebebiniz olduğu için savunun ama zekamızla, aklımızla alay etmeyin.

***

Solunumun yerli ve millisi

Son bir iki yıldır at başına giden iki şey var.

Lafta yerli ve millilik artar ve “yerli ve milli” mangalımızda kül bırakılmazken, yerli ve milli hassasiyetimizle birlikte artan bir diğer şey bankalardaki “Dolar mevduatı.”

Söylemde yerlilik ve millilik arttıkça, eylemde azalması bana göre çok normal.

Bu arada aklıma gelen bir konuyu da, yanıt alamayacağımı bile bile sormakta fayda var.

Hatırlayacaksınız, Covid-19 salgınının başladığı günlerde yani geçen ilkbahar aylarında “yerli ve milli” solunum cihazının tanıtımı yapılmış, bu sayede Türkiye’de solunum cihazı sıkıntısı olmayacağı ve solunum cihazında dışa bağımlılığın bitip, ihracatçı ülke konumuna geçeceğimiz büyük bir gururla açıklanmış, cihazın tüm haklarının Sağlık Bakanlığı tarafından satın alındığı da duyurulmuştu.

Merak ettiğim şu.

Şu anda bu cihazlardan kaç adet üretildi?

Bu üretilen cihazlar nerede ve hangi hastanelerde kullanılıyor?

Kaç adet ihraç edildi?

Ve bazı hastanelerin depolarında bu cihazlardan kullanılmayan kaç adet var?

***

Yalana inanmak daha kolay

Dün Çin’in İstanbul Başkonsolosu’na dayanarak “Çin aşısı Çin’de yasak” başlıklı bir haber ortalığa yayıldı.

Sosyal medyada da anında TT oldu.

Ben de bana soranlardan dolayı haberdar oldum.

Şaşırdım.

Okudum.

Adamın dediği çok net:

“Faz-3 çalışmaları bitip yayınlanmadığı için bu aşıya henüz izin verilmedi.”

Çalışmalar bitip sonuçlar açıklanınca eğer etkinliği yüzde 50’nin üzerinde ise ve tehlikeli bir yan etki yoksa izin verilecek diyor adam.

Ama konu “yasak” olarak yansıtılıyor.

Doğruya inandırmak için istediğin kadar uğraş.

Yalana inandırmak artık çok daha kolay.

Artık medyanın hali budur.

Sosyalinin de, asosyalinin de!

***

Sosyal medyayı niye ciddiye almıyorum

Yüzde 80’i cahil, yüzde 70’e yakını okuduğunu anlamaktan aciz, ortalama zeka seviyesi 70 IQ olan, çoğu hiçbir şey okumayan, büyük bölümü önyargılı, daha büyük bölümü kompleksli işe yaramazlardan oluşan bir güruhu niye ciddiye alayım.

Elbette içinde ciddiye alınacak kişiler de var ama oranları çok az dedim hep.

Geçen gün de Emin Çağlar’ın sorusu üzerine “Yolda yürürken yanınıza bir bağımlı çocuk gelip abuk sabuk bir şey söylese ciddiye alır mısın? Almazsın, Güler geçersin. Ama aynı çocuk sosyal medyada afili bir fotoğraf koyup yanına bir şeyler yazınca ciddiye alıyorsunuz. Koyverin gitsinler. Hiçbir entelektüel değeri yok bunların” dedim.

Bana göre konu bu kadar basit.

Niye oradasın diye soracak olursanız, içindeki doğru düzgün azınlık için.

Bakın mesela iki gün önce şöyle bir şey gördüm sosyal medyada.

Dangalağın biri bana şöyle yazmış:

“Yılbaşında evlere baskın yapılmasındaki hukuksuzluğu yazacak cesaretiniz yok utanmadan ortalıkta gazeteciyim diye dolaşıyorsunuz.”

Güldüm.

İki gün önce “Yılbaşında ev falan basamazsınız. Anayasa’ya aykırı” diye yazan tek gazeteciyim.

Ama hayatında iki satır okumamış dangalak beni bunu yazmamakla suçluyor.

Sosyal medya dediğiniz yerdeki seviye, düzey, bilgi, birikim bu.

Tavsiyem siz de ciddiye almayın.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bir makama hak ederek oturanların kendi doğrularını, hak etmeden oturtulanların ise oturtanın doğrusunu savunduğunu unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları