Aklın yolu bir

Haftalarca bu köşede ve televizyon programında tek başıma çırpındım, “Yapmayın, bu virüsün nereden, kiminle geleceği belli değil. Bu ülke de yol geçen hanı değil. Aklı başında tüm ülkeler yurt dışından gelenlerden PCR testi istiyor. Onu yapmayan karantina uygulaması yapıyor. Biz ise herkesin elini kolunu sallayarak girdiği bir ülke olduk. Ne olur bu ülkenin vatandaşlarının canını koruyun” diye yalvardım.

Nihayet dün karar açıklandı.

Bundan böyle Türkiye’ye giriş yapacaklardan son 72 saat içinde yaptırılmış PCR testi istenecekmiş.

Teşekkür ediyorum.

Yine bu köşede Milli Eğitim Bakanı’ndan rica ettim.

“Yüz yüze sınavları lütfen erteleyelim. O sınava giren çocuklar sonra eve dönecekler. Ailelerinin, 65 yaş üstü büyüklerinin hep birlikte yaşadıkları evlere dönecekler. Tam da aile içi bulaşın arttığı bu günlerde sınavları bir süre ertelemekten bir şey olmaz. Zaten battı balık yan gider” dedim mealen.

Sağ olsunlar, yüz yüze sınavları ertelediler.

Onlara da teşekkür ediyorum.

Bakın özgür basın kötü bir şey değil.

Doğru düzgün şeyler öneriyor.

Halkın sesini dile getiriyor.

Halkın sesine kulak vermek iyidir.

Demokrasiler böyle işler.

Emin olun özgür basın ülkelere de, o ülkeleri yönetenlere de yalaka basından çok daha faydalıdır.

***

İçselleşmiş garabet

Olay TV ya da Cavit Çağlar meselesinde olaylar söylediğimiz gibi gelişti.

Hükümete ya da Cumhurbaşkanı’na yakın olan Cavit çağlar’ın Nevşin Mengülerle, Süleyman Sarılar’la yayıncılık yapmasının zor olduğunu söylemiştim.

Hatta Cavit Çağlar’ın “Kulaklarından tutar atarım” sözünü de aktarmıştım. O da “Ben öyle bir şey demedim” demişti ama dediğini herkes biliyordu.

Neyse Cavit Bey, herkesi attı. Kanalı da “şimdilik” kapattı.

Medyada da herkes bir yorum yapıyor.

Kimi diyor ki, “Çalışanlar için üzüldüm” kimi Çağlar’ı eleştirerek diyor ki, “Böyle olacağı belliydi. Baskılara dayanamayacaksan medya patronluğuna soyunmayacaksın.”

Ama niyeyse hiç kimse “durumu” eleştirmiyor, eleştirmek aklının ucundan geçmiyor.

Kurulma aşamasındaki bir medya, iktidar baskısından dolayı 1. ayı dolmadan kapanmak zorunda kalıyor.

Ve üzülerek görüyorum ki, herkes baskıyı normalleştirmiş, içselleşirmiş.

“Evet baskı normaldir. Medya patronu bu baskılara göğüs germelidir” şeklinde bir genel kanaat oluşmuş.

Hiç kimse de “Demokrasilerde medya patronluğu bir tür Karaoğlanlık, Malkoçoğluluk, Don Kişot’luk, Jean d’Arc’lık olmamalı. Medya patronluğu normal bir iş, normal bir uğraş olmalı. Medya patronlarına baskı olmamalı” demiyor.

***

Gülsem mi ağlasam mı!

Bazı yazarlar var. Talimatla karalama yazısı yazarlar.

Bunlardan biri dün ya da önceki gün benim için şöyle bir şey yazmış.

“Formula 1 öncesi asfalt krizi çıkarmak isteyen Fatih Altaylı’ya gelsin. Yarışın 16 yıldır en büyük destekçilerinden, İstanbul Park’ta 4 pilot yarıştıran Red Bull’un danışmanı Helmut Marko, İstanbul Park’ın asfaltını yenileyenlere madalya takılsın dedi”

Hayatında Formula 1 otomobili görmemiş. Formula 1 nedir bilmeyen birinden ders alacağım aklıma gelmezdi.

Yalakalık böyle bir şey işte.

İnsana bunları da yazdırıyor demek ki!

Bu satırları yazan kişi bilsin ki, krizi çıkaran ben değilim.

Hamilton’a “Bu asfalt b.k gibi hem de büyük B ile” ben dedirtmedim. Kendi özgür iradesi ile dedi, ki bu özgür irade tamlaması o satırların yazarına çok yabancı bir şeydir muhtemelen.

Üstelik, sadece Hamilton değil tüm pilotlar aynı fikirdeydi. Helmut Marko’nun öğrencileri de.

F1 yönetimi ise kaygan zeminin seyir zevkini arttırmasından mutlu idi.

Olayın sportif yönüne bakan FiA ise yarışçıların hayatı tehlikeye girebileceği için tedirgindi.

Ama asıl şikayet pilotlardan geldi.

Antrenman sürüşleri sonrası akşam yapılan “Pilotlar Toplantısına” o satırları yazan cahil değil ben katıldım.

Kendisine de biraz bilgi vereyim, Formula 1 yazacaksa bundan böyle faydası olur.

Red Bull 4 pilot yarıştırmıyor. Formula 1’de iki takımı destekliyor.

Bunlardan biri Red Bull Honda, diğeri Alpha Tauri Honda.

Bu takımlarda 4’ten fazla pilot var.

Kendisinin muhtemelen adını ilk kez duyduğu Helmut Marko ise danışman değil, Red Bull’un “Pilot Geliştirme Programı”nın başındaki adam. Son yılların en parlak pilotları Vettel, Verstappen, Ricciardo gibi isimleri yetiştiren kişi.

Kendisi de eski bir yarışçıdır. 1970’lerin başında Emerson Fittipaldi’nin kullandığı Lotus’un tekerleğinin fırlattığı bir taşın kasını delip gözüne gelmesi sonucu tek gözünü kaybedip, pistlere veda etmiştir.

“Emerson Fitipaldi de kim ola” dersen onu da bir daha ki derste anlatırım.

***

Dil üzerine

Dün “İbadetin Dili” diye yazınca dört bir yandan farklı tepkiler geldi.

Herkes kendi meşrebine göre anlama taraftarı olduğu için bir grup “Ne yani Türkçe ezanı ve Türkçe ibadeti mi savunuyorsun. ” demiş.

Bir diğer grup ise “Anlamadığın bir dilde kitap okur musun? Kur’an sonuçta Tanrı’nın emirleri değil mi? Anlamadığı emre nasıl itaat edeceksin” diye sormuş.

Bu sorular abuk değil.

Dün de dediğim gibi konunun uzmanı ve meraklısı olmamakla birlikte bilenlerle yaptığım konuşmalar sonucu oluşan düşüncem şudur:

“İslam’a göre Kur’an Allah kelamıdır. Hem lafzen, hem mana olarak. Zaten Kur’an’da da ‘Onu Arapça indirdik’ diye açıkça yazar. Bu nedenle de inananlar için Kur’an’ın orijinal dili dışındaki metinler Kur’an değildir. Meal ya da tefsirdir.

Meal Allah’ın kelamı değil, meali yazanın Allah kelamından ne anladığıdır. Bu yüzden de farklı farklı onlarca meal vardır. Her biri de farklı ayetleri farklı ifade etmiştir.

Bu yüzden de meal okumak, inananlar için aynı ilahi anlamı taşımaz.

Tefsir ise tefsiri yazanın Kur’an yorumudur. Yazarın meşrebine göre tefsir de değişir. Yine de gerçek bir Müslüman ibadetlerini Arapça yapsa bile okuduğu metnin mealini de bilmelidir.

İncil ise yine inananlar açısından Allah ya da Tanrı kelamı değildir.

Orijinal bir metin de değildir.

Farklı kişilerce nakledilmiş, farklı anlatımlardır.

Yüzlerce farklı metin kafa karışıklığı yarattığı, Hristiyanlığa Platoncu görüşler, Pagan gelenekler ve türlü farklı inanç etki ettiği, İsa’nın Tanrı mı, Tanrı’nın oğlu, yoksa ölümlü bir peygamber mi olduğu tartışmaları çığırından çıktığı için Doğu Roma İmparatoru Konstantin dönemin piskoposlarını bir araya getirerek 325 yılı yazında İznik Konsili’ni toplamış ve İncil hemen hemen bugünkü halini almış.

Tanrı kelamı olduğu düşünülmediği için de dilinin bir önemi yoktur.

Yani duaları kendi dilinden okuyup anlamak ama ibadeti orijinal dilinden yapmak sanki en olması gerekendir”

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bilmeyen kendini bilenle bir zannetmediği zaman. 

Erişilebilirlik Araçları