Pyro terörizm

Hatay’da yürekleri de yakan orman yangını, bir miktar kontrol altına alınsa da, sürüyor.

Çok kurak geçen yazların sonunda geniş orman yangınları alışıldık ve doğal bir sonuç olsa da Hatay’daki yangının doğallığı konusunda şüpheler var.

Bu yangının terör örgütü PKK tarafından çıkarılmış olabileceği şüphesi herkesin içini kemiriyor.

Mümkün mü?

Mümkün!

Çünkü terörün böyle bir geçmiş kaydı var.

PKK 1990’ların ortasında beri “Eko-Terörism” ya da “Pyro-Terörism” denilen yönteme başvuruyor.

1990’ları hatırlayanlar, PKK’nın Türkiye’ye hem çevresel zarar vermek hem de turizmi baltalamak için özellikle turistik bölgelerde büyük orman yangınları çıkardığını hatırlayacaklardır.

O yıllarda yakalanan bazı teröristlerin bu işi yapmak için Yunanistan’daki PKK kamplarında eğitim aldıklarını itiraf etmeleri de olay olmuştu. (Bu arada Pyro kelimesi Yunanca’da ateş anlamına geldiği için bu noktada çok iyi oturuyor.)

Aynı dönemde Yunanistan’da da geniş orman yangınlarının çıkması sonrasında Yunanlılar da Türkiye’yi suçlamış, bu yangınları Türk ajanların çıkardığını iddia etmişti.

Yunanlılarla gerginlik yaşadığımız dönemlerde Türkiye’de orman yangınları çıkması ne kadar rastlantısaldır bilemem ama olayların böyle bir geçmişi olduğunu biliyorum.

2019 yazında İstanbul Kartal, Muğla Dalaman ve Milas’ta çıkan orman yangınları o dönemde PKK’ya yakın medyada açıkça PKK eylemi olarak üstlenilmişti.

Kendilerine Ateşin Çocukları adını veren bir PKK grubu 2019 yılındaki pek çok yangını kendi işleri olarak göstermekten çekinmedi.

2018 yılında Atina yakınlarında çıkan ve yaklaşık 100 kişinin ölümüne neden olan orman yangınında bazı kesimler Türkiye’yi suçlarken, Yunan medyasının önemli bir bölümü de bu yangınların Türkiye’yi suçlamak için ABD tarafından çıkarılmış olabileceğini yazdı.

PKK’nın 20 yılı aşkın bir süredir kullandığı bir yöntem olan orman yangınları başka coğrafyalarda da kullanılan bir terör yöntemi.

Ancak şunu da unutmayın ki, küresel ısınma denilen ve kendi ellerimizle yarattığımız düşman, tüm terör örgütlerinden çok daha fazla orman yangını çıkarıyor ve çıkaracak.

Ve hepimiz bu küresel ısınma örgütünün bir parçasıyız.

***

İçenler ölsün mü!

Sahte içkiden yine 7 kişi öldü. İlkbahar aylarında da 20 kişi ölmüştü.

Bunlar bildiklerimiz.

En az bir o kadar da bilmediğimiz sahte içkiye bağlı ölüm vardır.

Bunların bazıları kendi imal ettikleri içkiden, bazıları daha ucuz diye aldıkları içkiden, bazıları ise hiç haberleri olmadan yüksek kazanç hırsıyla sahte içki satan bayi veya lokantalar yüzünden hayatlarını kaybediyor.

Bu çok normal bir durum aslında.

Evrensel kural olarak talebi yüksek olan bir şeyi vergi veya satış yasağıyla engellemeye kalkarsanız ya kaçakçılığı körüklersiniz, ya sahteciliği.

Türkiye’de son 15 yılda sigara kaçakçılığındaki artışı fark etmeyeniniz yoktur.

İktidar sigara satışlarının belirli bir seviyenin üzerine çıkmamasını sigara karşıtı mücadelesine bağlayadursun, asıl nedenin kaçak “ucuz” sigaradaki patlama olduğunu herkes biliyor.

Bu kaçakçılığın merkezinin Kuzey Irak ve bu işten en çok para kazananın da bir dönem Barzani yönetimi ve yanı sıra PKK olduğu sır değil.

Alkollü içkide ise şimdilik böylesi organizasyonlar yok gibi görünse de bölgesel imalatlar söz konusu.

Bir yanda kendi tüketimi kadar imal eden “evsel üreticiler” var diğer yanda ise bu işi bir mini sanayi haline getirmiş kaçakçılar.

Asıl öldürücü olan bu ikinci.

Hele bir de etil alkol satışına getirilen kısıtlama sonrası kendi alkolünü de kendi yapan bu kaçak içki üreticileri iyiden iyiye ölümcül bir sektör haline geldiler.

Vergiler bu düzeyde olduğu müddetçe bununla başetmek mümkün değil.

Üstelik devletin de hem sigaradan hem alkolden büyük bir vergi kaybı da var.

Yani vergiyi fahiş yaparak daha fazla para kazanmıyor devlet tam aksine para kaybediyor ve toplumu riske atıyor.

Dahası böylesine tatlı ve kara paranın olduğu bir alan mafyanın da, mafyalaşmanın da önünü açıyor.

Tabii “İçki içtiklerine göre ölmeyi hak ediyorlar” diyorsanız o ayrı.

Ama bilin ki ne Suudi Arabistan ne de İran ne de bazı İskandinav ülkeleri içki ile yasaklar yöntemiyle başedebildi.

***

Cengiz Topel’i unutmayın

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Akıncı “Rumlarla barış yapmak istiyorsak bir kısım topraklarımızdan vazgeçmeliyiz” demiş.

Akıncı bunu söyleyen ne ilk kişi ne son kişi.

Türkiye’de de Türk solunun bir bölümü ve Türk sağının özellikle İslamcı kesimi bunu daha önce söylediler.

Hatta Annan Planı ile buna yaklaşıldı da.

Ama bunu söyleyenlerin bilmediği ya da bilmek istemediği bir şey var.

Adada Türklerin yaşadığı tüm toprakları Rumlara verseniz bile Rum yönetimleri Kıbrıs’ta Türklerin Rumlarla eşit olduğu bir düzeni kabul etmeyecekler.

Adada çözüm için Rum yönetimlerini tatmin edecek şey sadece toprak değil milli kimlik, etnik kimlik, insani haklar ve siyasi hakların da geri verilmesidir.

Kıbrıslı Türkler “Bizim değil mi, istersek veririz. Size ne” diyebilirler.

O zaman onlara gidip Rum katliamlarının yaşandığı köylerdeki toplu mezar kalıntılarını gezmelerini tavsiye ederim.

Yok “Bizim canımız. Size ne?” demeye devam ederlerse o zaman Cengiz Topel’den başlayarak onları korumak için şehit düşmüş yüzlerce vatan evladını hatırlatırım.

NOT: Cengiz Topel kim diyecek genç okurlar olacaktır. Biraz araştırın bulursunuz. Çok zor değil.

***

Masa

Rusya düdük çaldı, maç durdu.

Gerçi Ermenistan düdükten sonra da oynayıp, gol atmaya çalışıyor ve sivillere saldırıyor ama Ermenistan’a serbest.

Bu tür yasaklar ve ateşkesler Türklerin elini kolunu bağlamak içindir.

Ama bu kez galiba ayaklarımız da bağlandı.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti barışı sağlamak için kurulan masaya gidemedi.

Oysa orada oturacağımız iddiasındaydık.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bazı okurlar haftada 6 gün yazıp 4 televizyon programı yapan adama tembel demediği zaman.

 

Erişilebilirlik Araçları