Back to the square one

Türkiye’nin ne kadar başarılı bir iş yaptığına dair övgüler geliyor hem yakından hem uzaktan.

Hem ABD Başkanı hem de Rus dostlarımız Türkiye’nin Suriye sınırındaki gelişmelerden kârlı çıktığını, çok iyi bir anlaşma yaptığını söylüyorlar, yazıyorlar.

Haliyle onlar bir söyleyince, Türk medyası da en az iki söylemek zorunda.

Ben de önce ABD ile sonra da Rusya ile yaptığımız iki anlaşma ya da uzlaşma sonrasında Suriye sınırımızdaki terör gruplarının 30 kilometre geriye çekilecek olmasını önemli bir başarı olarak görmeye başladım.

Peki bu başarıya adım adım nasıl geldik?

Ona da bir bakmak lazım.

2011 yılında, yani Suriye iç savaşının başladığı sırada Türkiye’ye Suriye sınırından gelen bir tehdit falan yoktu.

Burada Türkiye aleyhine bir faaliyet de yürütmüyordu.

Zaten Beşar Esad ile gayet iyi bir ilişki kurulmuştu ve Türkiye’nin aleyhine bir faaliyete izin falan da vermeyi düşünmüyordu.

Sonra ABD ve Fransa öncülüğünde Batı, Arap Baharı’nın Suriye’ye de yansımasını istedi ve Suriye’de “Demokrasi” arayışı başlatıldı.

Önce bu işin dışında kalır gibi yapan Türkiye, Suriye’de demokrasinin Müslüman Kardeşlerle gelebileceğini düşündü ve Batı’nın demokrasi talebine katıldı.

Biz o sırada “Yahu değil Müslüman Kardeşler öz kardeşiniz gelse Esad’dan daha yakın olmanız mümkün değil. Bu işe taraf olmayın” falan diyecek olduk ama dinleyen olmadığı gibi kızan çok oldu.

Esad kendini korumak için içe kapandı ve önce Suriye’nin geniş alanlarını terk ederek buraları kaosa bıraktı.

Buralarda önce İslamcı gruplar Esad rejimine yönelik harekete geçtiler.

Esad da bunlara karşı bölgedeki PKK kökenli gruplarla işbirliği yaptı.

Bir anlamda “İti ite kırdırma politikası” güttü.

Sonra birdenbire IŞİD peydahlandı Suriye’de.

Iraklı örgüt, adına “Şam”ı da kattı ve Suriye’de bir “İslamcı terör” dalgası başlattı.

Ancak ilginçtir, Esad’ın değil Kürtlerin üzerine yürüdü.

Türkiye Irak’ta Saddam’ın zulmüne uğrayan Kürtlere karşı kayıtsız kalmadığı gibi buna da kayıtsız kalmadı.

Ancak duruma kendi müdahale etmek yerine Kuzey Irak’tan ne olduğu belirsiz bazı Kürt grupların buraya geçerek “Rojava”nın IŞİD’den kurtarılmasını sağladı.

Ve bir anda Batı’da “İslamcı terörü yenen, müthiş Kürtler” efsanesi yaratıldı.

2011’e kadar Suriye’de Türkiye’yi tehdit eden bir terör varlığı yokken, birdenbire bu varlık oluştu ve Batı’nın kahramanı haline geldi.

IŞİD’i yenme başarısını PKK’nın Suriye’deki uzantısı üstlendi.

ABD ile sıkı müttefik oldu.

Türkiye’nin buradaki kabusu böyle başladı.

Şimdi büyük bir başarı ile 2011 öncesi duruma dönmeye çalışıyoruz.

Ama artık Esad’la doğrudan değil, Rusya aracılığı ile konuşuyoruz ve tek umudumuz Rusya destekli Esad’ın buralarda kontrolü ele geçirerek ülkeyi normalleştirmesi.

Tüm bu süreçte Türkiye’nin elinde kalan 5 milyona yakın Suriyeli mülteci ve Türkiye’nin elinden giden yaklaşık 40 milyar avroluk harcama, verilen şehitler, operasyonların Türk halkına manevi-maddi maliyeti.

Ve şimdilerde Türkiye’nin kabusu YPG ile Rusya resmen görüşüyor, aynı örgütün liderlerini ABD Başkanı Beyaz Saray’da ağırlamak istediği mesajını veriyor.

Biz ise mutluyuz.

Ne diyeyim, Allah daha da mesut etsin.

NOT: Başlıktaki İngilizce deyim başladığın yere dönmek anlamına gelir

***

Sizce Pogba ne kadar vergi veriyor!

Artık Türkiye’de de futbolcuların yüzde 45’e varan oranlarda vergi ödeyeceğini yazdım dün.

Sorumsuzca yönetilen kulüplerimizin burada yazılanları ciddiye aldığını zannetmiyorum. Muhtemelen şöyle düşünüyorlardır:

“Kim bizden vergi alacak. Ödemeyiz. Nasılsa sonunda seve seve affederler”

Haklı olabilirler. Bilmiyorum.

Ancak bu kez sorumluluk kulüplerde değil, futbolcularda.

Stopaj değil vergi geldi.

Kulüp başlangıçta yüzde 20 stopajı yatıracak ama gelir yüksekse sonunda vergi futbolcuya tahakkuk edecek.

Dünü bunu yazarken “Avrupa’da örnekler nasıl onu da yarın yazarım” dedim.

Söyleyeyim, Avrupa’da tek bir örnek yok. Farklı uygulamalar var. Ancak oran yüzde 40’ın altına neredeyse hiç düşmüyor.

En “Baba” lig olan İngiltere’den örnek vermek gerekirse.

Premier League’de yaklaşık 1500 futbolcu takımların kadrosuna kayıtlı ancak bunların 600’ü Premier Lig’de forma giyiyor ve İngiltere’de vergi mükellefi. Bu futbolcuların 2016-17 sezonunda ödedikleri toplam vergi 1 milyar 100 milyon Pound. (Ernst Young raporu)

Yani futbolcu başına ortalama 1 milyon 8333 bin pound vergi ödemişler.

İngiltere’de averaj bir maaşlının yılda ödediği vergi 5 bin 535 pound.

Bir futbolcu bir işçinin ödediğinin yaklaşık 331 katı vergi ödemiş.

Tabii bunlar ortalama.

Yüksek gelirli bir futbolcunun ödediği vergi müthiş.

Mesela haftada 290 bin pound maaş alan Paul Pogba 2016-17 sezonunda 15 milyon 80 bin pound gelir elde etmiş.

Ödediği vergi ise 7 milyon 77 bin pound.

Yani gelirinin yüzde 47’si.

Türkiye’de vergi sistemi buna doğru ilerliyor.

Ya da bakalım ilerleyebilecek mi!

***

İtiraf edin gülmüştünüz

İtiraf edin, bundan 10 ay önce “Milli Piyango’nun büyük ikramiyesinin akıbeti ne olacak” diye yazmaya başladığım zaman güldünüz değil mi?

Kesin güldünüz!

Bu adam bu sefer kafayı sıyırdı dediniz değil mi?

Aradan 10 ay geçti.

Satıldığı söylenen bilet ortalıkta yok.

70 milyonluk ikramiyenin sahibi hâlâ çıkmadı.

“Ben almıştım ama kaybettim” diyen bile yok.

Bayi “Valla şöyle biri almıştı” diye ortalıkta gezmiyor.

Anladınız mı şimdi niye o zaman bunu yazdığımı.

***

THY’ye tasarruf önerisi

THY uçaklarında dış hatlarda eskiden beri gazete dağıtılır.

Bu gazeteleri ya uçağa binerken alırsınız ya da uçakta Business Class yolcularına servis edilir.

Geçmişte uçağa binerken herkes özellikle merkezdeki gazeteleri alır ve bu gazeteler kısa sürede tükenirdi.

Uçak içindeki servis sırasında da Habertürk, Hürriyet ve hatta iyice eskiden Sabah gazeteleri hemen tükenirdi.

Şimdi bakıyorum hiç öyle bir durum yok.

Uçak kapısında bekleyen gazetelere pek el süren yok.

İçerde servis yapıldığı zaman dahi gazete alanların sayısı çok sınırlı.

Dün THY Başkanı İlker Aycı’nın röportajını okudum.

Bu yılın zor olduğunu ve kârlarının düşebileceğini söylüyordu.

Bence tasarrufa gazetelerden başlasınlar.

Kimsenin okumadığı kağıt yığınlarına boşa para vermesinler.

***

Yuh artık

Serenay Sarıkaya olmak çok zor bir iş olsa gerek.

Başarılı ve güzel olunca, aynı anda herkese sevgili olarak yakıştırıyorlar.

Ortada tek bir delil, tek bir kare fotoğraf olsa amenna.

Ama ne fol var ne yumurta var son birkaç ay içinde Serenay Sarıkaya’nın bir sürü ayrı kişinin sevgilisi olduğu ve hatta bebek beklediği dedikodusu yayıldı.

Ayıptır yahu!

Böyle bir şeyin sizin ailenizden birini, ortada hiçbir şey yokken yapılmasını nasıl karşılardınız söyleyin.

Hoşunuza gider miydi!

Gitmezdi değil mi..

O halde…

Edep yahu!

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sağlam eşeği kaybedip 3 bacakla bulunca sevinmediğimiz zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları