Rezil bir evlilik gibi

F-35’lerin teslim edilmeyecek olmasında ben şaşırılacak bir durum göremiyorum kendi adıma.

Başından belli idi.

Ve bu köşenin okurları gayet iyi hatırlayacaktır ki, ben Türkiye’nin F-35 programından çıkması gerektiğini hep söylüyorum.

F-35 projesi 20 yıldır büyük paralar harcanmış, buna rağmen oldukça sorunlu ve iyi ilerlemeyen ama büyük paralar harcandığı için de vazgeçilemeyen bir proje.

Çok kapsamlı bir görev tanımı ile sipariş edilen uçak bu denli kapsamlı bir görevi yerine getiremeyecek bir şekilde imal edilmiş.

Ve her şeyi yapmaya çalışırken, hemen hemen hiçbir şeyi beceremeyen bir savaş aletine dönmüş durumda.

Muhakkak ki, zamanla daha iyi hale gelecek, hataları giderilecektir ama yine de ehveni şer olmaktan öteye gidemeyeceği düşünülen bir tayyare.

Ben bu tartışmalar başladığı günden beri Türkiye’nin F-35 projesinden çıkıp Rusların SU-57 uçağına talip olması gerektiğini söylüyorum.

Tabii ki, bu çok kolay bir şey değil.

Türk Hava Kuvvetleri’nin tüm organizasyonu NATO standartlarına göre.

Yani buraya başka bir ülkenin uçağını sokmak kolay bir iş değil.

Hava Kuvvetleri içinde ciddi bir reorganizasyon gerektiren maliyetli bir iş. Ancak imkansız da değil elbette.

Tabii SU-57 de daha tamamlanmış bir proje değil. O da henüz ilerleme aşamasında.

Ve tabii bir başka mesele de, iki uçak arasındaki benzerlikler kadar farklar olması.

F-35 daha çok kara hedeflerine yönelik bir uçak ve ona göre mühimmat taşıyor.

SU-57 ise daha çok avcı uçağı özelliklerinde.

F-35’in bazı modelleri dikine iniş kalkış yapma özelliğine sahip. En azından öyle olması bekleniyor. Bu özellik SU-57’de yok. Bu da Türkiye’nin olası bir uçak gemisi projesi için bu uçağın çok da uygun olmadığı anlamına geliyor.

Kağıt üzerinde ise iki uçak arasında bariz farklar var.

Her iki uçak da radara yakalanmama özelliğine sahip. Tabii bu tam bir “Hayalet” uçak özelliği değil. Daha çok az görünme özelliği gibi.

Her iki uçak da 5. nesil savaş uçağı.

Her ikisi de silahlarını kapalı bölmelerde taşıyor.

Bunlar benzerlikler.

Farklara gelince.

F-35 tek motorlu, SU-57 çift motorlu.

F-35 dikine iniş kalkış yapabilir modele de sahip. SU-57’de bu yok.

F-35’in azami hızı 1931 kms, SU-57’nin azami hızı 2600 kms.

F-35’in uçuş mesafesi 1450 km, SU-57’nin uçuş mesafesi 2200 km.

F-35’in havada kalma süresi 2.5 saat, SU-57’nin 5 saat

F-35’in yük taşıma kapasitesi 8 bin 160 kg, SU-57’nin 10 bin kg.

Tüm bunlardan sonra yine de olacak olan şudur bence.

ABD öyle yapar böyle yapar, sonunda bir şekilde uzlaşırız. Biraz sürünür, biraz süründürür sonunda yine F-35’leri alırız.

Çünkü bizim ABD ile ilişkimiz çirkinleşmiş bir evlilik gibi.

Her iki taraf da birbirini sürekli aldatıyor.

Bazen taraflardan biri evi terk ediyor.

Ama eninde sonunda aynı yatağa giriyoruz.

***

Kaybedilen zamanın kıymeti

Diplomatlarımıza Erbil’de bir saldırı düzenlendi.

Bir şehidimiz var.

Kimin yaptığı şimdilik belirsiz.

Sert açıklamalar var ama kime acaba!

Baş şüpheli PKK…

Daha doğrusu PKK’nın içinden çıkan yeni bir grup.

Geçmişte özellikle kentlerde sivillere yönelik saldırılar düzenleyen TAK tarzı yeni bir oluşum muhtemelen.

TAK’ın açılımı Teyrenbaze Azadiya Kürdistan’dı.

Kürdistan Özgürlük Şahinleri adı altında katillik yapıyorlardı.

Kentlerde, turistik bölgelerde, terör saldırıları ile kendilerini gösteriyorlardı.

Kuruluşları 1990’ların ilk yarısına dayansa da, eyleme geçmeleri 2004 yılı itibarıyla olmuştu.

Kuzey Irak’taki yeni oluşum ise “Güney Kürdistan Halk Savunma Güçleri” adı altında faaliyet gösteriyor.

Muhtemeldir ki, bu saldırı onların işi.

Irak’ın kuzeyinde bunlar olurken, Washington’dan F-35’lerin Türkiye’ye tesliminin askıya alındığı haberi geliyor.

Benim beklediğim, bazılarının ise beklemediği üzere.

Bu arada dün açıklanan işsizlik rakamları tam bir felaket habercisi gibi.

AB ile ticaretimizde ilk kez fazla verdiğimiz de açıklanıyor aynı anda.

Sevindirici haber değil.

Yatırımların durduğu, ithalata dayalı ihracatımızın da önümüzdeki dönemler için kötü sinyaller verdiğini anlatıyor bu durum.

Ve tüm bu anlattıklarımız dün ortaya çıkmış sorunlar değil.

Sadece ve sadece İstanbul seçimlerini yenilemeye daldığımız için Türkiye’nin gündemine almadığı ama aslında çok da gündemde olan sorunlar.

Zaten çalıştırmayacağınız bir başkanı seçtirmemek uğruna kaybedilen tüm o zamana değdi mi!

Gerçi o zamanı kaybetmeseydik bu sorunları çözebilir miydik o da ayrı mesele.

***

Eygi

Mehmet Şevket Eygi’nin ölümünün üzerinden başlayan tartışma sürüyor.

Kimileri Eygi’ye hakaret ediyor, kimileri övüyor, kimileri de hakaret edenleri topa tutuyor.

Galatasaray Lisesi mezunu bir Mülkiyeli olması Eygi’yi ilginç kılan yönlerinden biriydi. Bu iki okulu bitirip, bu denli İslamcı olmak ve Cumhuriyet değerlerine bu denli karşı olmak pek alışıldık bir şey değildi.

Mektepten büyüğüm olan Eygi ile uyuşan tek bir siyasi düşüncem olmadı.

Dünya görüşlerimiz arasında da benzerlikler yoktu.

Hatta geçmişte kendisine çok kızmışlığım, çok tartışmışlığım da vardır.

Ancak lütfen kimse Eygi’yi şimdilerde ortada dolaşan “Siyasal İslamcılarla” veya “İslamcılarla” karıştırmasın.

Bu yeni güruhun yanında Eygi bir beyefendidir.

Yaşam gustosu olan, Müslümanları iyi yaşamaya, görgülü olmaya teşvik eden, medeni yani kentli bir İslam isteyen zarafet sahibi bir adamdı.

Kendisi ile oturup her şeyi konuşabilir, her şeyi tartışabilirdiniz.

Öfkelenmezdi.

Nezaket içinde tartışma sürdürülebilecek türde bir adamdı.

Kaba saba asla olmadı.

Milli Eğitim Bakanı’na gönderdiği son mektubunda dahi çok haklı olduğu noktalar vardı. Mehmet Şevket Eygi için söyleyebileceğim şey şudur: “Keşke her İslamcı onun gibi olsaydı.”

***

Gazete değilim

Bazı okurlar zaman zaman “suçlayıcı tonda” mailler yollayarak ya da sosyal medya mesajları vasıtasıyla şu soruyu soruyorlar: “Bu konuda niye yazmadınız”.

Bu dedikleri konu onlar için o günün gündeminde önemli olduğuna inandıkları konular. Böyle 50 mail geliyorsa günde emin olun 50’sinde de farklı konulardan söz ediyorlar.

Ve bu konuların en az yarısından benim haberim bile olmamış.

Bazılarında ise yazacak bir şey yok.

En fazla bir kınama mesajı yazılabilir ki, bu da sanki gazetecilik değilmiş gibi geliyor bana.

Yani anlayacağınız ben burada kendimce önemli bulduğum 3-4 konuyu ele alıp, bir şeyler katmaya çalışıyorum.

Memlekette olan her şeyle ilgili yazacak durumum yok.

Sonuçta bu bir köşe.

Bir gazete değil.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kendi yalanımıza en azından kendimiz inanmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları