Evet, gıcığım

Pazartesi akşamı Spor Saati programında Başakşehir’le ilgili sözlerim epey tepki aldı.

Geneli olumlu.

Pek azı olumsuz.

Hemen hemen hepsi “Yürek mi yedin” diyen.

Merak edenlere söyleyeyim, normal beslenme rejimimin dışına çıkmadım. Yıllardır ne yiyorsam hâlâ onu yiyorum.

Ama Başakşehir Spor Kulübü denilen “olaya” başından bu yana “kıl” oluyorum.

Bakın açık söyleyeyim, bir takımı oluşturma, ayakta tutma konusunda ekonomileri yetersiz olan bazı küçük kentlerdeki “belediye destekli” takımlara çok sıcak bakmasam da, “Yapacak bir şey yok, belediye olmasa orada bir takım olamayacak, ne yapsınlar” diye kabulleniyorum.

Fakat Büyükşehir Belediye Spor adıyla yola çıkıp, Başakşehir’e evrilen takımla ilgili böyle bir şey söylemem mümkün değil.

İstanbul, Türkiye’nin ekonomik başkenti olduğu kadar özellikle futbol konusunda da başkenti.

Üçü de yüzyılı aşan geçmişe sahip, üç büyük spor kulübü var İstanbul’un.

Bu üç büyük kulübün sadece İstanbul’da değil, Türkiye ve hatta dünya sathına yayılmış milyonlarca taraftarı var.

Bu kadar önemli ve ciddi futbol takımları olan bir kentte, İstanbulluların sağladığı kaynaklarla, olmadık bir “mahalle” takımı yaratıp, o takımı “cumhurun gönlünde yeri olan” şehrin yüz yıllık kulüplerine rakip yapmak neyin nesi?

Eğer kentin böyle bir kaynağı var ise bunu seni yıllardır Avrupa’da da büyük bir gayretle temsil etmeye çalışan üç büyüğe ver.

Çünkü onlar sahaya “Galatasaray İstanbul, Beşiktaş İstanbul, Fenerbahçe İstanbul” diye çıkıyorlar.

Başakşehir ise Avrupa Kupası’na katıldığı zaman bir an önce elenmek için yedek takımla çıkıyor o sahalara.

Üstelik bu “kurma” takım belediyede de kalmıyor.

Belediye Meclisi’nin bir üyesinin de içinde olduğu bir gruba satılıyor.

Ama kamunun veya kamuyla iş yapanların bu takıma desteği kesilmiyor.

Bakın işte bu “fair” değildir, “play” değildir!

Galatasaray’ın stadının devlet tarafından yapıldığı iddiasıyla kıyamet koparanlar, Başakşehir’in stadının Başakşehir’in sahibi kişilerin analarının ak sütü gibi helal gelirleriyle mi yapıldığını zannediyorlar!

Devletle iş yapan müteahhitlerin, Başakşehir’in formasına verdiği reklamların, Başakşehir’in marka değerlerine bir şey kattığı, tanıtımlarını yaptığı inancına mı dayanıyor sizce!

Evet, dediğim gibi Başakşehir’e gıcığım.

Kimse kusura bakmasın.

Haksız rekabeti sahaya da taşıyabilirsiniz.

Ama arkasında “halkın olmadığı” bir şeyi başarılı yapamazsınız.

Bunu en iyi bilmesi gerekenlerin unutmuş olması ise en garibi.

***

Hem yetkili hem kusurlu

YSK gerekçeli kararını yazdı ve açıkladı.

Biraz geç oldu.

Babam hep “Geç olsun güç olmasın” derdi.

Bu belli ki, hem geç oldu hem de epey güç olmuş.

YSK’nın “Seçim tekrar edilsin” diyen üyeleri, meseleyi gerekçelendirmekte zorlanmışlar.

Geçmişte, içinde bulundukları kurulun aldığı kararları inkar etmek, tersine çevirmek zorunda kalmışlar.

Kurul’un Başkanı Sadi Güven’in “seçim tekrarı” kararına muhalif kalmasının ve okkalı bir muhalefet şerhi koymasının temel nedeni de bu olsa gerek.

YSK, ilk kısa kararının biraz dışına taşmayı da göze almış gerekçeli kararda.

Ama bir şeyi göze alamamış, “Oylar çalındı” diyememiş.

Ama şaşırtıcı bir şeyi muhalefet şerhlerinde okuyoruz.

Seçimin iptaline neden olan sandıkların büyük bölümünde CHP temsilcisi yokmuş bile.

Buna mukabil hepsinde AK Parti temsilcisi mevcut.

Yani hepimizin iradesinin geçersiz sayılmasının ve yeniden seçime gidecek olmamızın nedeni, YSK’nın kendi kusuru.

***

Müthiş bir adamın ölümü

Niki Lauda öldü.

70 yaşında.

Bilir misiniz, asıl adı Andreas Nikolaus Lauda idi.

Avusturyalı, hayli zengin bir sanayici ailenin çocuğuydu.

Otomobil sporlarına olan merakı ailesi tarafından asla hoş görülmemiş, ailesinden uzaklaşmak zorunda kalmıştı.

Alt sınıflarda elde ettiği başarılardan sonra bir F2 takımında yer alabilmek için 30 bin poundluk banka kredisi alarak, takıma vermek suretiyle pilot koltuğuna oturmuştu.

Ardından hemen F1’e geçti ve bana göre gelmiş geçmiş yarışçılar arasında en fazla özelliğe sahip olandı.

Otomobil geliştirme konusunda takım mühendislerinden daha iyi olduğu tartışmasız bir gerçekti.

Prusyalı disiplini ile çalışan, müthiş bir adamdı.

Formula 1’de tam zıt karakterdeki James Hunt ile olan rekabeti filmlere konu olacak kadar ilginçti.

Ve Nürburing’te ölümden döndüğü kaza olmasaydı Hunt’a kariyerinin tek şampiyonluğunu bile tattırmayacaktı muhtemelen.

Ancak Lauda’nın o kaza sonrası pistlere dönüşü hayatımda örnek aldığım en muazzam olaylardan biridir.

Tam 6 hafta sonra, sadece 2 yarış kaçırarak yeniden piste döndü.

Ve şampiyonluğu son yarışa kadar kovaladı.

Eğer kaza sırasında tamamen yanan yüzündeki kaşlar ve gözkapakları ve gaz yaşı kanalları yanmış olmasa idi büyük ihtimalle bırakmak zorunda kaldığı yağmurlu bir yarışı tamamlayabilecek ve şampiyon olacaktı.

Bir başka Michael Schumacher ile görülen Lauda’nın yüzünde kazanın izleri görülüyor.

 

Yarış hayatının ilk bölümünde Ferrari ile iki kez Dünya Şampiyonluğu elde etti.

1979’de emekliye ayırdı kendini.

1982’de McLaren ile geri döndü ve yeniden bıraktığı 1985’e kadar bir Dünya Şampiyonluğu daha elde etti ama bu kez McLaren’in koltuğunda.

Ve böylece F1’in en başarılı iki markası Ferrari ve McLaren’le şampiyonluk yaşayan tek sürücü oldu.

Harika bir adam, çelik gibi bir irade, ilham verici bir kişilikti.

1997 yılında adını taşıyan havayolunda çalışan bir hostesin verdiği böbrekle hayata döndü.

Ve 7 yıl sonra o hostesle ikinci evliliğini yaptı.

2009’da 60 yaşında 3. ve 4. çocukları olan ikizleri oldu.

1976 yılındaki kazada mahvolan akciğerleri 2018 yılında bir ameliyatla değiştirildi.

Ve 20 Mayıs 2019’da böbrek yetmezliği nedeniyle yattığı hastanede, uykusunda sessizce öldü.

En büyük rakibi Hunt, 45 yaşında öldüğü zaman öyle demişti:

“Şaşırmadım ama üzüldüm. Hayatımda sevdiğim az sayıda kişiden biri, saygı duyduğum daha az sayıda kişiden biri, imrendiğim çok çok az kişiden biriydi”

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Titanic’in de bir gemi olduğunu unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları