FİFA bir ceza verir ki, feleğiniz şaşar

Duyunca kulaklarıma inanamadım.

Şaka zannettim.

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, İddaa ihalesini kazansa bile, yani futbol üzerine bahis oynatacak şirketin patronu olsa bile Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı bırakmayı düşünmüyormuş.

“Yakın çevresine” fikrini söylemiş.
“İhaleyi kazansam da bırakmayacağım” demiş.

Buradaki şaşkınlığımı anlatacak bir nida yok.

Yıldırım Demirören istifa etmeyebilir.

Çünkü burası Türkiye.

Ne yapsan olur.

Ne yapsan gider.

Kimse de gıkını çıkaramaz.

Ama kimse unutmasın ki, futbol evrensel bir olay ve Türkiye’ye değil, gelişmiş etik kodlara bağlı.

Yani FİFA’nın “etik kodlarına”.

Bakın FİFA’nın “ahlaki” kurallarını belirleyen “FİFA Code of Ethics” yasası ne diyor.

FİFA’nın 26 numaralı “Etik Kuralı”, “Bahis, kumar ve benzer aktiviteler” başlığını taşıyor.

Buna göre bu kodlara bağlı kişiler, futbol ailesi üyeleri, yani futbolcu, teknik direktör, hakem ve teknik direktörler, bahis ve kumar işiyle uğraşamazlar.

Bununla bağlantılı herhangi bir işin içine giremezler.

Bırakın böyle bir şirketin sahibi olmayı, bayisi veya oyuncusu dahi olamazlar.

Olurlarsa ne mi olur?

Çok basit.

FİFA tarafından cezalandırılırlar.

Tabii FİFA, herhangi bir federasyon başkanının futbol üzerine bahis oynatan bir şirketin sahibi olacağını tahmin dahi edemediği, böyle bir şeyi aklının ucuna dahi getiremediği için böyle bir durumla ilgili spesifik bir ceza yok.

Ama derece derece ilerleyen cezaların neler olabileceğini aynı Etik Kod’un 6. Maddesinde sıralamış.

Yani Yıldırım Bey, İddaa ihalesini kazansa bile o koltukta oturmak isteyebilir.

Ama FİFA öyle bir ceza verir ki, olan Türk futboluna olur!

***

RTÜK bu katkının farkında mı!

RTÜK, kıyasıya ceza kestiği, neredeyse yayından kaldırılsın diye zorladığı o dizilerin Türkiye’ye nasıl bir katkı sağladığını biliyor mu acaba!

Belki görmüşsünüzdür, dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre dünyada insanların görmek istediği kentler arasında İstanbul 5. sırada.

Niye hiç düşündünüz mü?

İstanbul elbette güzel ve görülesi bir kent ama Türkiye aleyhine yapılan onca tezvirata rağmen insanlar niye hâlâ İstanbul’a gelmek istiyor?

Çok basit.

Türk dizileri sayesinde.

Özellikle İstanbul’da geçen, ki genel olarak diziler İstanbul’da geçiyor, dizilerde ortaya çıkan İstanbul tablosu ve İstanbul yaşam tarzı İstanbul’u cazip ve merak edilen bir yer haline getiriyor.

Modern ve güzel insanların yaşadığı, doğal ve kültürel güzelliklere sahip, bunun yanı sıra şahane eğlence yerlerine, gece hayatına sahip bir kent imajı dizilerle pekişiyor.

Dizi deyip geçmeyin, iyi ratingli bir Türk dizisini dünya üzerinde farklı ülkelerde yaklaşık 500 milyon kişi seyrediyor.

Bu da dünyada yaşayan her 17 kişiden biri demek.

Amerikan dizileri bile açık kanallarda yayınlanmadıkları için bu düzeye erişemiyor.

SİYASİ ETKİ

Mesele sadece bununla da sınırlı değil.

Özellikle Batı medyası Türkiye’nin diktatoryal bir yönetim altında ezilen, İslamcı, bağnaz bir ülkeye dönüştüğü yolunda yıllardır süren bir yayın yapıyor.

Ancak dizileri izleyenler buna değil, gördüklerine inanıyorlar.

Modern ve güzel insanların yaşadığı, şık ve modern kentlerde yaşayan, gönlünce eğlenebilen, Batılı ülke insanlarınkine benzer sorunlarla boğuşan ama benzer bir yaşam tarzına sahip, hiç de öyle aşırı İslamcı bir görüntü vermeyen bir ülke olduğunu dizilerde görüyorlar.

Bu da medyanın yaratmaya çalıştığı Türkiye algısını kırıyor.

Bunun tek istisnası Batı Avrupa ülkeleri.

Bunun da nedeni Türk dizilerinin henüz Batı Avrupa pazarına girememiş olmaları.

Ancak şimdilerde özellikle Güney Amerika’da elde ettiğimiz başarılardan ötürü İspanya ve Portekiz’de Türk dizileri yayınlanmaya başlayacak.

Bazı büyük yapımcıların bu ülkelerin televizyonları ile anlaşmalar yaptığını duyuyoruz.

Yani Avrupa’nın da diziler yoluyla fethi yakın.

Diziler hem Türkiye’nin imajını düzeltiyor hem de modern bir İslam ülkesi olarak tanıtıyor.

Suudi Prens Selman’ın Arap dünyasında Türk dizilerinin yayınlanmasını engellemesinin nedeni de tam olarak bu zaten.

***

Çok basit bir mesele

Geçen hafta Cumartesi günü TV5’te Çağlar Cilara’nın programına konuk oldum.

Herkesi kendileri gibi zannedenler türlü tezvirata başladılar.

Yok oradaki konukları Abdullah Gül ayarlıyormuş, yayın politikasına eski Cumhurbaşkanı yön veriyormuş, ben de o kapsamda orada ekrana çıkmışım.

Tövbe estağfurullah!

Manyaklığın bu kadarını görmedim.

Mesele hiç de öyle komplike değil, komplo teorilerine hiç de öyle uygun değil.

Tam aksine çok basit.

Çağlar Cilara Halk TV’de program yaptığı dönemde beni programına davet etti.

Hem de ısrarla, defalarca arayarak.

Ben de kendisine şöyle dedim: “Çağlar kardeşim. Ben Halk TV’ye kızgınım ve kırgınım. Bu yüzden de istediğin kadar ısrar et ben Halk TV’de bir programa çıkmama kararı aldım. Bu sana özel bir durum da değil, oradaki başka arkadaşlara da bunu söyledim. Zaten kendi kanalımdan başka bir yere çıkmıyorum ama bu ısrarın dolayısıyla seni kırmış olmak da istemiyorum. Mesele sen değilsin, mesele Halk TV’ye olan kırgınlığım” dedim.

O da “Tamam abi” dedi.

Konu kapandı.

Aradan aylar geçti.

Halk TV Çağlar Cilara’nın programına son verdi.

O da TV5’te programa başlamış.

Açıkçası kanal kimindir, nedir, necidir haberim bile yoktu.

Cilara bir gün arayıp “Fatih Abi, Halk TV’deyken gelmedin ve nedenini söyledin. Ama artık başka bir yerdeyim artık beni kırmazsın” dedi.

Ben de bir süre Çağlar’ı oyaladım ama sonunda eşimin de kızımla birlikte yurt dışında olduğu bir hafta sonu “Tamam” dedim.

Çünkü eşim ve kızıma ayırmam gereken zamanımı, en azından hafta sonlarımı onlarsız bir yerlere giderek harcamak istemediğim için onların olmadığı bir hafta sonunu seçtim.

Mesele bu kadar basit.

İnanan inanır.

İnanmayan kendi kötülüğünde boğulur.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Muhalefet liderleri üç koyunu güdemeyiz mesajı vermedikleri zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları