Odalar ve baroların asıl işi ne olmalı?

Birkaç gün önce Murat Bardakçı’nın “Türkiye’de üniversite sayısı fazla” iddiasına cevaben, Türkiye’de üniversite sayısının fazla olmadığını, fazla olmasının sorun olmadığını, önemli olanın üst düzey üniversitelerimizin kalitesizleşmesini engellemek olduğunu yazdım.

Türkiye son yıllarda hızla kalite ve zaviye kaybederken, üniversitelerin en azından “en iyilerinin” bundan etkilenmesini engellemek gerektiğini bir kez daha tekrarlayayım.

“Pıtrak gibi açılan yeni üniversitelerin kalitesiz eğitim veriyor olması, bir sorun değil mi” diye haklı bir soru gelecektir mutlaka.

Sorun elbet.

Kalitesiz bir mimarlık fakültesi, genelde kalitesiz bir mimar yetiştirir.

Adam gibi hocası bile olmayan bir hukuk fakültesi, beş para etmez hukukçular yetiştirir.

Eğitim vermekten aciz bir mühendislik fakültesi, iş yapmaktan aciz mühendisler çıkarır.

Arada bazı istisna talebeler çıkar belki ama geneli böyledir.

Sıkıntı da asıl olarak üniversite kalitesinde değil, organizasyon kalitesindedir.

Çünkü bizim memlekette üniversiteden hiçbir kalite edinmeden, hiçbir halt öğrenmeden mezun olan birisi ertesi gün sıkıntısızca mesleğini icra etmeye başlar.

Mimar çirkin, uyumsuz proje çizer.

Mühendisin hesap bilmediği için yaptığı bina, yol, baraj çöker. Ya da bire malolacakken, beşe malolur.

Doktor adam gibi eğitim almadıysa, yanlış teşhis koyar, teşhisi tuttursa yanlış tedavi uygular, yanlış ameliyat yapar. Hastayı öldürür.

İş bilmeyen avukat, hukuk bilmez. Adamı ipe götürür.

Ama medeni dünyada bu işler böyle olmaz.

Diyelim ki, dünyanın en iyi hukuk fakültesini bitirdiniz. Mesela Harvard’ı. Gidip New York’ta ya da başka bir Amerikan kentinde avukatlık yapamazsınız.

Önce uzun bir staj yaparsınız, sonra da geçmesi hayli zor bir baro sınavından geçmeye çalışırsınız. Öyle kolay kolay da geçemezsiniz bu sınavı.

Bizde ise hukuk fakültesini bitirip palavradan bir staj yaptıktan sonra Anayasa Mahkemesi’ne bile dilekçe verebilirsiniz.

Keza mimarlar da, mühendisler de, doktorlar da adam gibi ülkelerde odaların veya meslek birliklerinin kabulünden geçmek zorundadır.

Hem de öyle bir kez değil.

Dönem dönem birkaç kez.

Mesleğini, gelişmeleri takip edip etmediği de sınava tabi tutulur.

Bizde ise ne baroların ne meslek odalarının böyle bir işlevi yoktur.

Onlar daha çok siyasetle ilgilenirler.

Türkiye’yi kurtaracak büyük işlerin peşindedirler.

Oysa bilmezler ki, Türkiye’yi asıl kurtaracak olan işini iyi ve düzgün yapanlar olacaktır.

Olabilirse…

***

Fiiliyatta halı gitti

Suriyeli tartışması devam ediyor.

Etsin mahzuru yok.

Açık söylüyorum.

Türkiye’deki Suriyelilerden en ufak şikayetim yok.

Şikayetim olsa ayıp olur.

Suriyelilere işlerini kaptıranlar, Suriyelilerden dolayı ekmeğinden olanlar, Suriye’de şehit düşen Mehmetçiğimizin anası babası şikayetçi değilken, ben niye olayım.

Suriyelilere harcanan paradan dolayı Türkiye fakirleşiyormuş.

En fakirler sesini çıkarmaz ve durumdan memnun görünürken, biz mi kızalım Suriyelilere.

Bakın bu verdiğim tablo, devletin resmi tablosu.

“Suriyelilere var da bize yok mu?” diyenler için hazırlanmış bir tablo.

Bu tablo neyi gösteriyor?

Suriyelilerle ilgili doğru bilinen yanlışları.

Okuyun madde madde.

Gerçek durum böyle değil mi bir karar verin.

Yasal durum bu elbette.

Ama fiili durumun bu olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bakın size bir örnek vereyim.

Geçen gün bizim burada çalışan bir emekçinin eşinin 1. kattaki balkona astığı halı çalındı.

Mahalledeki bir güvenlik kamerası sayesinde çalan belirlendi.

Orada takılan bir Suriyeli genç kadınmış.

Evine gidip halıyı geri istemişler.

Polisle.

Suriyeli vermemiş.

Polis arkadaşımıza “Birader uğraşma 100 liralık halı için. Bu Suriyelilere işlem yapınca sonuç çıkmıyor. Üstelik bir de kabahatli oluyoruz” demiş.

Yasal olarak durum şahane olabilir.

Fiiliyatta halı gitti.

Bilginize.

***

Hem kötü yönet hem fazla para al: Yağma Hasan’ın böreği

Dün “Madem borçları bizim cebimizden kapatılıyor. Geçmiş hesap görülmüş oluyor. O zaman bundan böyle Süper Lig takımları ligdeki sıralarına göre para alsınlar, geçmiş şampiyonluk sayılarına göre değil” dedim.

Bazıları kızdı.

Kızanlar iki ayrı bakış açısıyla aynı şeyi söylüyor:

Bir kısmı “Sen üç büyüklere düşmansın” demiş

Bazıları ise “Sen üç büyükleri korumaya çalışıyorsun. İlk sıraları hep onlar paylaşıyor” demiş.

Aynı anda ikisini birden başarmışım.

Aferin bana.

Bu konuda genelde iyiyimdir zaten.

Herkesi kızdırma konusunda.

Evet dört büyüklere düşman değil ama kızgınım.

Ligdeki diğer takımların toplamının üç katı borç yapmışlar.

Karşılığında ne yapmışlar?

Hiç.

Türkiye ligini şampiyon bitirmişler.

Avrupa’da başarı var mı? Var, bir kere. İlk ve son olarak 19 sene önce.

Şampiyon oldukları için daha fazla para almışlar.

Ama yeniden şampiyonluk için, aldıkları fazla para yetmemiş daha da fazla borçlanmışlar.

Anadolu takımlarının aleyhine bir kısır döngü.

Ki zaten 4 büyüklerin çok da çekinecekleri bir şey yok. Genelde zaten ilk üç dört sırayı aldıkları için başarı primini de onlar alacak. Tabii başarılı olurlarsa.

Ama hem başarılı olamayacaklar hem de borçlarını sen ben kapatacağız.

Mecbur muyuz biz bunların kötü yönetimlerini çekmeye.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ezikliğin tedavisini içi boş ukalalık zannetmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları