At yalanı sevsinler inananı

Suudi Arabistan sarayı Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Konsolosluk binasında öldüğünü kabul edince ben de bugüne kadar Emniyet ve MİT’ten aldıkları bilgileri paylaşarak bizleri aydınlatan meslektaşlarımdan intikam alma fırsatını değerlendirmek istedim.

Hemen telefona sarılarak Suudi derin devleti, Muhaberat ve Saray’daki kaynaklarımı aradım.

Birkaç telefon görüşmesinden sonra Kaşıkçı’nın nasıl öldüğünü öğrendim:

– Kaşıkçı’nın Konsolosluktaki randevusu öncesinde Konsolos Bey “Amerika’da gazetecilik yapan bir vatandaşımız gelecek. İyi bir intiba bırakmamız lazım, ortalığı bir güzel silin süpürün” demiş.

– Saat tam 13.17’de Kaşıkçı kapıdan girmiş.

– Misafir beklenenden önce geldiği için ortalık biraz dağınıkmış.

– Konsolosluğun marangozu, masanın ayağını tamir ederken kullandığı testereyi salonda unutmuş.

– Temizlikçi aceleyle çıkarken, kovasından yerdeki parkeye sabunlu su dökülmüş ama fark etmemiş.

– Saat 13.21’de Kaşıkçı, kendisine kucağını açmış “Hoş geldin sevgili hemşerim” diye yaklaşan Konsolosa doğru ilerlemiş.

– Tam o sırada Kaşıkcı kovadan dökülen sabunlu suya basmış ve kaymış.

– Saniyeler 13.21:30’u gösterirken Kaşıkçı kayıp düşmesini tamamlamış.

– 13.21:39’da marangozun unuttuğu testerenin üzerine düşmüş.

– Düşüşün şiddetiyle bir kolu kesilmiş.

– Allah tarafından tam o sırada Konsoloslukta Suudi Adli Tıbbı’nın uzmanlarından El Tubaygi de şans eseri misafirmiş.

– Konsolos hemen Doktor Tubaygi’yi çağırarak kesilen koluna müdahale etmesini istemiş.

– Yaralıyı inceleyen Doktor Tubaygi “Bu kolu yerine dikmemiz imkansız ama isterseniz simetriyi bozmamak için diğer kolu da kesebiliriz” demiş.

– Konsolos Bey “Yapacak başka bir şey yoksa öyle yapalım. Misafirimizi böyle tek kolla yollayamayız” demiş.

– Ancak Konsoloslukta anestezi olmadığı için kendisi kalan kolu keserken görevlilerden Kaşıkçı’nın bacaklarından tutmasını istemiş Tugaybi.

– Bu sırada Kaşıkçı’nın direnmesi üzerine bacakları da aniden kopmuş. Oysa Kaşıkçı direnmeseymiş bacaklar yerinde kalacakmış. Anlayacağınız tamamen kendi kabahati.

– Bacaklar kopunca “Bari başından tutun” demişler.

– Kaşıkçı direnmeye devam edince baş da gitmiş.

– Yaralıyı muayene eden adli tıp uzmanı Tugaybi “Efendim sayın misafirimiz galiba öldü. Ne yapalım” diye sormuş.

– Konsolos Bey “Vahabi geleneklerine göre hemen gömmemiz gerekir” deyince Kaşıkçı’yı gömmüşler.

Diyeceksiniz ki, “İyi de nereye?”

Bunu ben de sordum. Suudi Sarayı kaynaklarından aldığım bilgi şu:

Vahabi geleneğine göre mezar yapılmaz. Ölünün nereye gömüldüğü bilinmez. Bu yüzden bir yere gömmüşler ama bilmiyorlar. İnancımız böyle emrediyor.

Değerli okurlar çok vahşice işlenmiş bir cinayeti böyle aktardığım için kusuruma bakmayın.

Ancak bu benim yazdığım hikaye bile Suudilerin açıkladığı “Konsoloslukta yumruk kavgasına girdi ve orada öldü” açıklamasından daha mantıklı.

Suudiler, işledikleri pis cinayeti kabullenirken bile bütün dünya ile göz göre göre alay ediyorlar.

Para ile yalan satıyorlar.

Güvendikleri diğer şey ise bir damat.

Trump’un Yahudi lobisinin adamı olan damadı.

Ha bir de, bunlar Müslüman değil mi!

Acaba İslam yalan söylemeyi, hele hele böylesine bir yalanı nasıl karşılıyor?

Vahabi geleneğine uygun mu acaba!

***

İyi götürdük, iyi bitirelim

Diyelim ki Suudiler, Kaşıkçı’yı Konsoloslukta “istemeden” ya da “kazayla” öldürdü…

Olabilir.

Sorguya almışlardır kendi yöntemleri ile.

Adamcağızın da kalbi dayanmamıştır.

Ya da dedikleri gibi olsun, kavga ederken öldü diyelim.

Normal bir ülke, insan gibi insanların yönettiği bir ülke ölüyü ortadan kaldırır mı yoksa topraklarında cinayet işlenen ülkeye “Burada bir vatandaşımız öldü. Suçlu da bunlardır” diye soruşturmaya yardımcı mı olur!

Meselenin iler tutar yanı yok. Çok açık.

Bu olaydan benim anladığım tek şey, Türkiye’nin doğru bir tavır izlediği.

Bilgileri Türk medyası ile değil, isimsiz olarak Amerikan medyası ile paylaşmaları, kaynakların güvenilirliğini arttırdı.

Uluslararası toplumun cinayete ilgisini canlı tuttu, Amerikan yönetiminin Suudi katillerle ve onların prensiyle işbirliği içinde bir örtbas çabasına girmesini engelledi.

Bundan sonrasında da delillerin açık paylaşımı ile şimdiye kadar iyi götürülen bir süreci iyi bir biçimde tamamlayabiliriz.

***

12 Eylül’de de Hazine’ye geçmişti

İş Bankası’ndaki CHP hisseleri ile ilgili tartışma ilk kez yaşanmıyor.

Bu hisselerin Hazine’ye devri ilk kez söz konusu edilmiyor.

Daha önce aynı şeyi 12 Eylül darbecileri yaptı.

12 Eylül’den sonra CHP’nin İş Bankası’ndaki yüzde 28’lik hissesi Hazine’ye devredildi, CHP bu hisseleri yıllar sonra, 12 Eylül rejiminin izleri ortadan kalkarken, Anayasa Mahkemesi kararıyla geri alabildi.

Yani CHP bu konuda tecrübeli.

Kamuoyunun konulara uzaktan bakanlarının bilmediği ise bu hisselerden dolayı CHP’nin bir gelir elde etmediği.

Bu hisseleri CHP’ye miras bırakan Atatürk’ün vasiyeti gereği bu gelir Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına pay ediliyor.

Bu kurumlar ise zaten Cumhurbaşkanlığına bağlı.

Yani sonuç olarak CHP vasıtasıyla İş Bankası’ndan bu kurumlara gelen paranın kontrolü Cumhurbaşkanlığı’nda.

Bu arada Murat Bardakçı’nın linkini verdiğim yazısını okumakta da fayda var.

Bardakçı’nın 2011’de yazdığı bu yazı bence önemli.

Türk Tarih Kurumu tarih oluyor Atatürk’ün vasiyeti çöpe gidiyor

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kitabına göre yapmayı, kitabı kendimize uydurmak zannetmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları