Nerede TV’de tartışma isteyen Kılıçdaroğlu?

Kılıçdaroğlu yıllardır, özellikle de her seçim öncesi AK Parti Genel Başkanı olarak Erdoğan’ı televizyon tartışmasına davet eder.

Kürsüye çıkarak, “Gel televizyonda karşı karşıya tartışalım” der.

Demokratik ülkelerde genelde böyle bir gelenek vardır. Liderler seçim öncesi televizyonlara çıkıp tartışırlar.

Erdoğan ise Kılıçdaroğlu’nun bu teklifini asla kabul etmez.

Hatırladığım kadarıyla Erdoğan, bir başka parti lideriyle son olarak 2002 seçimleri öncesi bir televizyon tartışması yapmış, Baykal’la karşı karşıya gelmişti.

Sonrasında böyle bir tartışma hiç vuku bulmadı.

Ama Kılıçdaroğlu ısrarla bu televizyon tartışmasını ister durur.

Ben de kendi adıma bu çağrıyı doğru ve demokratik bulurum.

Ancaaaaaaak!

Bu demokratik tartışma önerisinde Kılıçdaroğlu’nun samimi ve içselleştirilmiş bir demokrasi arayışında olmadığını artık çok açık biçimde görmüş bulunuyoruz.

Erdoğan’ı sürekli olarak “televizyonda tartışmaya” davet eden Kemal Bey, CHP Kurultayı öncesi kendisine yapılan “diğer adaylarla ekrana çıkıp tartışma” önerisine bırakın olumlu yanıt vermeyi, yanıt bile vermiyor.

Eeee, Kemal Bey, hani demokrasiydi, hani halkın önünde açıkça konuları tartışmaktı?

Siz niye çıkmıyorsunuz rakiplerinizle ekrana?

Erdoğan’ı sizin bu çağrınıza olumlu yanıt vermemekle eleştiriyorsunuz da, siz niye aynı şeyi yabancılarla da değil, partinizdeki arkadaşlarınızla yapmaktan çekinip korkuyorsunuz?

“Güç bende, niye onlarla tartışayım?” diyor olabilirsiniz.

O zaman Erdoğan’ı da asla suçlayamazsınız bundan böyle.

Asıl güç onda çünkü.
******************

TERÖRE DE ‘TERÖR’ DEYİVERİN LÜTFEN

TÜRKİYE’nin politikalarına karşı açıklamalar yapanlara “Hain” denilmemesi gerektiğini yazdım.

TTB yöneticilerinin gözaltına alınmasına da tepki gösterdim.

Okurlardan gelen tepkiler ise iki türlü oldu.

Az sayıda okur “Bunlar hain, tabii haklarında işlem yapılacak” derken, bir bölüm okur “Oda seçimleri demokratik olsa ve mesleğin genelinin görüşünü yansıtacak kişiler oraya seçilse haklısınız ama gerçek meslek temsili yok. Oralar ele geçirilmiş” dedi.

Haklı olabilirler.

Burada yasa koyucuya düşen, eğer gerçekten böyle bir durum varsa, meslek odalarında demokrasiyi sağlamak olmalıdır; gözaltına almak, baskı kurmak değil.

Tabii gerçek temsili “Bizden birileri olsun” şeklinde yorumlamak da değil.

Savaş karşıtı açıklama yapan meslek kuruluşlarına veya kurumlara tepki gösterenlerin haklı olduğu tek yer ise şu:

Elbette bir kurum, bir oda, bir şahıs “Her halükârda barış” diyebilir.

Son derece insani bir tavırdır bu.

Ama bir şartla.

Savaşa tepki gösterdiğiniz kadar teröre ve teröriste de tepki göstermeniz şartıyla.

Ben böyle yazınca birileri kalkıp “Evet ama onlar zaten terörist, onları niye muhatap alalım? Teröriste ‘Terör yapma’ demenin bir anlamı yok ki” diyebilir.

Kusura bakmayın ama hiç de öyle değil.

Bir ülkede aklı başında insanların teröre tepki göstermesi şarttır. Hele hele o kişiler kendini barış yanlısı ve insan haklarından yana konumlandırıyorsa.

Bu, hem teröre destek verenlerin motivasyonunu düşürecektir hem de uluslararası platformda teröriste “Terörist” denilmesini sağlayacak önemli bir işlev üstlenecektir.

***************

KATE, SARAYA UYDU 

İNGİLTERE’nin veliaht prensi William’ın eşi Kate, evlendiği günlerde gayet şık ve modern giyimiyle göz kamaştırıyordu.

Sonunda İngiliz Sarayı’na uzun bir aradan sonra modaya uyan bir şıklık ve zarafet gelmişti.

Ancak aradan geçen zaman içinde bu şıklık kayboldu.

Şimdilerde ajanslardan gelen “Prenses Kate” fotoğraflarına bakıyorum.

O şık genç kadın gitmiş, yerine tipik kaknem bir İngiliz asilzadesi kadın gelmiş.

Bunun iki nedeni olabilir.

Son anına kadar şıklığını koruyan Prenses Diana’nın başına gelenler Kate’i korkutmuş olabilir ya da kayınpederinin eşini göre göre Kate’in de zevki bozulmuş olabilir.

**************

KAZA VE CİNAYET FARKI

DÜN belediye ve halk otobüsü sürücülerinin ne kadar yetkin olduklarını sorgulayan yazım üzerine, Avusturya’da belediye otobüsü şoförlüğü yapan bir okurum mail yollamış.

Belki bizim belediyemize de ders olur diye aktarıyorum:

“Fatih Bey, ben Viyana Belediyesi’nde otobüs şoförü olarak çalışıyorum. Size kısa bir şekilde bu işe nasıl alındığımı anlatmak istiyorum.

İlk önce iş başvurusu yaptım.

Beni önce bilgisayarda özel olarak hazırlanmış reaksiyon ve psikolojik testlere tabi tuttular. Ardından sözlü mülakata alındım.

Birkaç hafta sonra cevap geldi testleri başarı ile geçtiğime dair.

Ancak burada iş bitmedi. Belediyenin belirlediği bir psikoloji kliniğine ve göz doktoruna randevusu alınmış bir biçimde yönlendirildim.

Bu aşamaları da geçtikten sonra işe alındım.

Ancak direksiyon başına geçmeden önce 5 ay sürecek eğitim başladı. Bu süre boyunca teorik ve pratik eğitimler aldım.

İleri sürücülük eğitimi veren hocalar tarafından ÖAMTC Teesdorf adı verilen özel parkurda kullanacağımız otobüslerle karlı, buzlu, yağışlı, yollarda nasıl davranmamız, acil durumlarda neler yapmamız gerektiğine dair günde yaklaşık 8 saat eğitildik. Bu süreçte başarısız olanlar da elendi.

İşe başladığımız zaman hem kullandığımız araçları çok çok iyi tanıyor hem de olağandışı koşullarda ne yapacağımızı, ezberlemiş bulunuyorduk.”

Sevgili okurlar, medeniyet budur.

Bu eğitimlerden sonra olabilecek şey “kazadır”.

Bu eğitimler olmadan olan şey ise “cinayet”.

**********

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bilmeden öğretmeye kalkmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları