‘Bayramlarda kaza yapıyoruz’ yalanı

Yıllardan beri, “Bayram tatillerinde çok trafik kazası oluyor. Çok vatandaşımız ölüyor” palavrasını dinledik durduk.

Evet çok açık, çok net söylüyorum.

Bu bir palavradır.

Büyük bir palavradır.

Söylenenlerin, iddia edilenlerin aksine, bayram tatillerinde trafik kazalarında ve trafik kazası sonucu ölümlerinde bir artış falan yaşanmıyor.

Bu yalana inanmayın.

Bunu içi boş, uydurma bir laf olarak söylemiyorum.

Tamamen istatistiki bilgilere, devletin resmi sayılarına dayanarak söylüyorum.

Bayram tatillerinde trafikte kaybettiğimiz can sayısında artış falan yok.

Alın size TÜİK’in verdiği sayılar.

Türkiye 2007 yılında 825 bin 561 trafik kazasında toplamda 5007 vatandaşını kaybetmiş.

Ama bu sadece kaza yerinde ölenlerin sayısı. Daha sonra hastanede veya hastaneye kaldırılırken yolda ölenler dahil değil. Bunun sayısını net olarak bilmiyorum.

Daha sonra 2014 yılında TÜİK kaza yerinde ölenlerin yanı sıra hastaneye kaldırıldıktan sonra ölenlerin de istatistiğini yayınlamaya başlamış.

Mesela kaza sayısının 1 milyon 313 bin 359’la pik yaptığı 2015 yılında trafik kazalarında ölen vatandaşlarımızın sayısı 7 bin 530 olmuş. Bunların hemen hemen yarısı olay yerinde, yarısı ise hastanelerde can vermiş.

2016 yılında kaza sayısı 1 milyon 182 bin 491’e gerilemiş. Toplam can kaybı ise 7 bin 300 olmuş.

Olay yeri/hastane ölümü oranları yine hemen hemen yarı yarıya.

Basit bir hesaplamayla trafik kazalarında günde ortalama 20 kişiyi kaybettiğimiz ortaya çıkıyor.

Bu da 10 günlük bir bayram tatilinde, yaklaşık 200 can kaybı meydana gelmesi halinde ortalamadan farklı bir durumun ortaya çıkmadığını gösteriyor.

Hatta şunu söylemek bile mümkün, bayramlarda “kaza korkusu ve uyarılar” sonucunda biraz daha dikkatli otomobil kullandığımız için ortalamanın altına indiğimiz bile söylenebilir.

Demek istediğim şu ki, bizim trafik sorunumuz bayramlarla ilgili değil.

Sadece bayramlar için değil, sürekli olarak uyarı ve sıkı denetime ihtiyaç var.

**************

SORUMLUSU SİZSİNİZ ANGELA MERKEL

MERKEL, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan, yani özgürlüklerin kısıtlanmış olmasından, çok sayıda gazetecinin tutuklu olmasından, iki ülkenin birbirlerine hasmane bir tutum takınmasından gerçekten rahatsız ise ve buna bir sorumlu arıyorsa bence yapması gereken ilk şey, evinin banyosuna veya çalışma odasının tuvaletine gidip aynaya bakmasıdır.

Türkiye’nin Batı’dan bu denli kopmaya başlamasından, Türkiye’nin Batılı demokratik değerlerden giderek uzaklaşmasından sorumlu olanlar arasında Angela Merkel ilk sırayı alır.

Onu da açık ara bir mesafeyle Sarkozy takip eder.

Merkel şöyle bir düşünsün bakalım, bundan 10-15 yıl önce durum bu muydu?

Merkel 2005 yılında göreve geldiğinde Türkiye ile Almanya ilişkileri tam bir bahar havasındaydı.

Türkiye, Schröder’in de desteğiyle Avrupa Birliği yoluna girmişti.

Fransa’da Jacques Chirac Türkiye’yi destekliyor, İngiltere’de Tony Blair gerçek bir dost gibi davranıyor, AB-Türkiye ilişkilerinde en küçük bir kriz olduğunda devreye giriyordu.

Sıradan Avrupalılara göre Türkiye, AB’ye üye olmuştu bile.

Ne zaman ki Merkel başbakanlık makamına oturdu, Sarkozy gibi açık Türkiye düşmanı bir sonradan görmeyi de peşine takarak Türkiye’yi Avrupa’dan dışlayıcı bir tavır aldı ve bu tavrı giderek tırmandırdı, Türkiye de Avrupa’dan uzaklaşmaya, Ortadoğulu bir kimliğe doğru koşarak gitmeye başladı.

Bazıları diyebilir ki, “AK Parti de zaten bunu istiyordu”.

Onu bilemem.

Niyet okuyucusu değilim.

Ama öyle ise bile Almanya, Merkel’in öncülüğünde AK Parti’ye bunun yolunu açtı.

Türkiye’nin Batı’dan kopmasının siyasi ve duygusal zeminini hazırladı.

Şimdi Merkel, Türkiye ile ilişkilerin iyiden iyiye koparılmasını istiyor.

Eğer AK Parti iktidarı gerçekten Avrupa karşıtı ise Merkel şimdi yine muazzam bir fırsat, muazzam bir gerekçe hazırlıyor. Eğer körün istediği “bir göz” ise Merkel “iki göz”ü altın tepside sunmaya çalışıyor.

Almanya’daki Türklerin Merkel’e oy vermemek için en önemli gerekçesi bence bu olmalı.

Türkiye’yi Ortadoğu’ya ittiği için.

**************

KİM’İN İMAJI TRUMP’TAN DAHA İYİ

İLGİNÇ bir gözlemim var.

ABD sayesinde, Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un’a yönelik sempatide ciddi bir artış var.

Dünyanın her yerinde okuyup yazan, siyaseti biraz olsun takip eden genç kitle arasında Kim Jong Un’u sevenlerin, haklı bulanların, en azından haksız bulmayanların sayısı artıyor.

Özellikle sanal ortamda bu tip düşünceleri ifade eden gençleri takip ediyorum.

– Dünyada en çok nükleer kapasiteyi elinde bulunduran ABD, Kuzey Kore’ye hangi hakla engel olmak istiyor?

– Benzer yasa dışı silah gerekçeleriyle Irak ve Suriye’ye saldıran ABD, asıl saldırgan ülke değil mi?

– ABD, Kuzey Kore üzerinden Asya’da kargaşa yaratmak ve bu yolla Rusya ve Çin’i zayıflatmak amacında.

– Trump düşen popülaritesini yükseltmek için Kuzey Kore’yle nedensiz yere gerilim yaratıyor ve her an saldırabilir.

Bu fikirler İslam ülkelerinde veya Rusya ya da Çin’de değil, ABD’in en sıkı müttefiki Avustralya gibi ülkelerde bile açık açık konuşuluyor, Kim’e destek mesajları uluorta veriliyor.

ABD karşıtlığı ve ABD’ye güvensizlik öyle bir noktaya ulaşmış ki, Kuzey Kore lideri bile ABD’ye ve özellikle de Trump’a tercih edilebiliyor.

Görünen o ki, ABD’ye en büyük tehdit ne Kuzey Kore, ne İran, ne Rusya, ne de Çin.

ABD’yi tehdit eden en önemli unsur, ABD’nin kendi imajı…

**************

FAKIBABA, İNÖNÜ’YÜ MÜ KASTETTİ!

ESKİ Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, bir süre önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı oldu.

Fakıbaba’nın iyi bir imajı var.

Belediye başkanlığı döneminde kendi partisinin milletvekillerine bile “kıyak” yapmadığı için partisinin gadrine uğramış, aday yapılmamış, o da bağımsız olarak AK Parti’yi yenip başkan olmuştu.

Daha sonra milletvekili, şimdi de bakan yapıldı.

Ve bakan olarak ilk açıklaması, “Benden önce burada yolsuzluklar varmış. Sıkıysa şimdi yapın” oldu.

Bu ciddi bir laf.

Çünkü o bakanlık 15 yıldır AK Parti’de.

Fakıbaba’dan öncesi de AK Parti yani.

Ve Fakıbaba “benden önce” diyerek yine AK Parti dönemini kastediyor.

Ama kimbilir belki de yarın çıkar, “Yok ben CHP dönemini kastetmiştim” diyebilir.

Kabak yine İsmet İnönü’nün başına patlayabilir.

**************

TANIM HATASI MI?

HÜRRİYET yazarı Melis Alphan, “Ensest oranı yüzde 40” deyince kıyamet koptu.

Kendi gazetesinden bile ağır hakaretler işitti.

Ben ise Alphan’ın yanlış anlaşıldığını ya da yanlış terminoloji kullandığını zannediyorum.

Ensest, tanım olarak “Bir kişinin annesi, babası, kardeşi, amcası, dayısı, halası, teyzesi ve torunlarıyla olan cinsel yakınlığıdır”.

Bu tanımdan yola çıkarsak Alphan’ın verdiği sayı çok çok abartılıdır.

Ancak ben Alphan’ın ensestten “yakın çevre”yi kastettiğini ve bu tanımın dışına çıkarak yakın akraba, kuzen, bakımından sorumlu olunan kişilerle yaşanan tüm cinsellikleri bu ilişki biçiminin içine soktuğunu zannediyorum.

Yani ensest tanımını epeyce genişletmiş ve Türkiye’de çok yaygın olan akraba evliliklerini bile bu tanımın içine sokmuş gibime geliyor.

Alphan ensestten ne anladığını açıklamış olsaydı, yazdıklarının bu kadar eleştirilecek bir yönü olmazdı.

**************

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Empatinin fazlasının düşünmeyi engellediğini anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları