Gençler Euro’da kalmak yaşlılar çıkmak istiyor!

“Yunanistan battı” havası yayılınca “Kalkıp bir göreyim bir ülke nasıl batarmış” diye yola koyuldum. Yol derken hakiki yol, atladım otomobile düştüm yola İpsala Sınır Kapısı’na doğru. Tekirdağ’dan sonrası bir felaket. Çakır çukur yamalı bohça gibi bir “Sözde” duble yol. Tangır tungur sınıra vardım ama içim dışıma çıktı yolun kötülüğünden. Neyse ki sınırda pasaport görevlileri çok güleryüzlüydü de bozuk yolların bozduğu sinirlerim hemen gevşedi. Birkaç dakikada her iki taraftaki işlemler tamamlandı ve “Batık Yunanistan”a geçtik. Ve birden dünya değişti. Sınırı geçer geçmez pırıl pırıl bir asfalt yol bizi karşıladı. Ne bir yama, ne bir çukur. Bembeyaz şeritler, gıcır gıcır bir yol. Yunanistan batmış ama yolları bizden iyi. İlk durak Dedeağaç yani Aleksandrapouli.

Şehirde öyle batık bir hava yok. Deniz kenarındaki lokantalar, tavernalar dolu. Azı turist, çoğu yerli. Yemek Türkiye ile karşılaştırılmayacak kadar ucuz.

Adam başı 20-25 liraya balıklı mezeli tıka basa yemek mümkün. “Bu fiyatlara tabii batarlar” diye düşünüyor insan. Oturduğumuz tavernanın sahibine “Bu fiyatlara kurtarıyor musunuz?” diye soruyorum. “Balık denizden, sebzeler tarladan, yağ ağaçlardan. Yaşıyoruz işte” diyor. Ülkenin batık durumunu soruyorum, Yunanca bir şeyler söylüyor. İçinde Merkel’i anlıyorum sadece. Ne dediğini soruyorum. “Bu küfürü çevirecek kadar İngilizce bilmiyorum. Muhtemelen İngilizce’de bu kadar ağır bir küfür de yoktur” diyor. “İyi de ne olacak” diyorum. “Bir şey olmaz. Güneş bizim, deniz bizim, doğa bizim. Bunları da elimizden alamazlar ya, Merkel’in halkı mağaralarda yaşarken biz vardık. Sonrasında yine biz oluruz” diyor. Sonra ekliyor “Hem siz varsınız. Bize en çok parayı siz Türkler kazandırıyorsunuz” diyor.

Yemekten kalkıp kendimize bir otel bulmaya gidiyoruz. Astir diye bir otel.

Adı itici ama kendi hiç fena değil. Otel dolu. “Kredi kartı geçiyor mu?” diye soruyorum. Resepsiyonist “Niye geçmesin!” diyor bozularak. Akşam şehirde minik bir tur atıyoruz. Barlar kafeler dolu. Gençler, orta yaşlılar eğleniyor. Bir kafede yanımızdaki masada oturan gençlerle sohbet ediyorum. Yemin ederim bizim gençlerden daha az karamsarlar. Biri “Şimdilik okuyorum. Sonra bakarım. Bu arada olmazsa Avrupa’da bir yerde çalışırım. Gençlere kolay. Yaşlıların işi daha zor” diyor. Referandumu soruyorum. “Ben ‘Hayır’ diyeceğim. Avrupa’dan çıkarsak işimiz daha zor” diyor hepsi. Ertesi gün gördüğüm en güzel adalardan biri olan Tasos’a geçiyoruz. Pırıl pırıl, bizim arabalı vapurlara on basacak feribotlar çalışıyor kara ile ada arasında. Tasos büyükçe bir ada. Adanın karaya uzak ucunda bir otel buluyoruz. Tasos’ta yeme içme daha da ucuz. İşsiz kalırsam gelip buraya yerleşeyim. Emekli maaşıyla bey gibi yaşarım. İnternet erişimi her yerde bedava. Akşam otelde otel müdürünün de aralarında bulunduğu bir grupla sohbet ediyoruz. İşadamı olduğunu söyleyen birisi “Ekonomi kötü çünkü üretmiyoruz. Aslında Türkiye ile Yunanistan ortak hareket etse çok başarılı oluruz” diyor. Gruptan biri anlamıyor “Nasıl yani?” diyor. “Ortaklık yapsak. Hatta konfederasyon gibi bir şey yapsak” diye açıklıyor. Kimi katılıyor kimi “Olmaz öyle şey” diyor. Bir kadın “Şahane olur. Kültürümüz çok ortak. Aynı yemekler, aynı içkiler, yakın müzikler, tek ülke gibiyiz” diyor. Hepsinin ortak öfkesi Almanya’ya “Fransa eski gücünde olsa biz bu sorunları yaşamazdık” diyor biri “Ama o Merkel ….pusu bizi batırmak istiyor. Almanlar bizi 2. Dünya Savaşı’nda mahvetmişti şimdi aynı şeyi bir daha yapıyorlar.” Bu sözü 2. kez duyurum. Ertesi gün Kavala’dayız.

Yollar yine şahane. Acaba Yunanistan’da hangi hükümet yaptı bu yolları? Acaba “Duble duble yol yaptık” diye anlattılar mı yıllarca! Şehir çok ama çok güzel. İmaret Otel’e yerleşiyoruz. Otel Yunan standartlarına göre pahalı ama Yunanistan’ın en iyi oteliymiş. Tüm odalar dolu. Otelin müdiresi bize oteli gezdiriyor. Müdire hanıma “Batmışsınız” diyorum. “Çıkarız sorun değil ama zor günler olacak orası kesin” diyor. Tsipras’ın politikasını doğru buluyor ama “Bir yerde anlaşması lazım” diyor. Euro’dan çıkma fikrine soğuk.

“Euro bizi enflasyona karşı koruyor. Euro’dan çıkarsak hükümetler rahatlar ama halk için iyi olmaz” diyor. Öğle yemeği için oturduğumuz tavernanın yemekleri şahane fiyatları ucuz. Patronu ise çok neşeli. “Bu işin suçlusu biraz biziz ama asıl suçlu Almanya” diyor. Avrupa Birliği’nden çıkma fikrine ise şiddetle karşı. “Biz Avrupa’yız. Biz olmasak Avrupa olmazdı” diyor. Türk olduğumuzu öğrenince “Aslında biz Türkiye ile birlik kurmalıyız. Mirasımız ortak. Beraber çok güçlü olurduk” diyor. Çarşıya çıkıyorum. Dükkânların çoğu kapalı. Açık bir dükkânın sahibiyle sohbet ediyorum. Şöyle anlatıyor: “Burda böyledir. Birkaç saat açarlar. Şimdi işler de kötü olduğu için bazıları hiç açmıyor. Biz niye battık, tembellikten. Bak kapıdaki otomobil Türkiye yapımı. Siz çalışıyorsunuz, üretiyorsunuz. Türkiye’den buraya yol geldin hiç fabrika gördün mü?” diyor gayet gerçekçi. Tsipras için fikrini soruyorum. “Sizin Tayyip Erdoğan benzeri fikirlerle ortaya çıktı. Bu da tuttu ve seçildi. Ama Erdoğan’ın başta davrandığı gibi pragmatik davranmadı. Sözlerinin arkasında durdu. Şimdi de duvara tosladı. Bence biraz geri adım atmalı. Belli ki şimdi de kaçmak isteyecek” fikrinde.

Selanik, Yanya hep aynı. Ama büyük bir panik, derin bir karamsarlık yok. Zaten genel hava Türkiye’ye benzemiyor. Yollarda lüks otomobil yok. Her tarafta alışveriş merkezleri yükselmiyor, plazalar görünmüyor, lüks mağazalar şehirleri sarmamış. Medeni ama mütevazı bir yaşam tarzı içinde Yunan halkı. Görgüsüzlük, sonradan görmelik her yanı sarmamış. Sonuçta Yunanistan’da durum iyi değil ama abartıldığı kadar sokağa yansıyan bir durum yok. Genel eğilim Euro’dan çıkmamaktan yana ama yaşlıların çıkmak yönünde oy kullanacağı düşünülüyor. Her şeye rağmen keyifleri çok da kaçık değil. Tsipras için üzülen de pek yok.

Erişilebilirlik Araçları