Muhalefete geçince mi ayıp!

GAZETECİ arkadaşım Avni Özgürel, “Gazetecilik hobi, asıl hedef siyaset” demiş.

Lafın nedeni Enis Berberoğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi saflarına katılması ve partide genel başkan yardımcılığı görevine getirilmesi.

Yani demeye getirmiş ki:

“Berberoğlu’nun asıl hedefi siyasetti, gazeteciliği hobi olarak yaptı.”

El insaf.

Enis’le hemen hemen aynı yıllarda gazeteciliğe başladık.

30 küsur sene önce.

Enis Berberoğlu 30 küsur yıl doğru düzgün gazetecilik yaptı, yapmaya çalıştı.

Asla ve asla siyasete müdahil olan, güç kullanarak siyaseti yönlendirme çabası içinde olan gazetecilerden olmadı.

İyiydi, kötüydü, eksikti fazlaydı bunu ancak okur değerlendirir ama hep gazeteciydi.

Evinde siyasetçileri ağırlamadı, arabuluculuklar yapmadı, siyasi partiler kurmaya, kurdurtmaya çalışmadı. Kendisini eleştirenler gibi olmadı anlayacağınız.

Sonunda gazeteciliği bıraktı. Bırakınca da bir yandan öğretim üyeliğine, diğer yandan da siyasete girdi.

Ne var bunda!

Kime ne!

Avni Özgürel bu satırları yazarken hiç düşünmedi mi, “Ben bunu daha önce niye yazmadım” diye bir vicdan muhasebesi yapmadı mı?

Mesela Mehmet Ocaktan gazetecilikten AK Parti milletvekilliğine, oradan Akşam Gezetesi’nin başına geçerken niye bunları söylemek aklına gelmedi Özgürel’in!

Ya da Şamil Tayyar gazetecilikten önce DSP milletvekili adaylığına sonra da AK Parti milletvekilliğine giderken Avni bu “hobi”nin farkına varamadı mı?

Veya Yiğit Bulut…

Gazetecilikten siyasete geçmek sadece CHP’ye geçiliyorsa mı ayıp?

Üstelik Enis gazeteciliği bırakınca siyasete girdi.

Bazıları gibi “bir gün orda, bir gün burda” olmak için değil.

O yüzden olmadı Avni. Hiç olmadı bu dediğin.

 

Davutoğlu ve muhalefet

AHMET Davutoğlu gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle bir araya gelmiş ve “Asla kutuplaştırıcı bir dil kullanmadığını, muhalefetin de kendisine aynı şekilde karşılık vermesi gerektiğini” söylemiş.

Doğru söylemiş.

Davutoğlu ile ilk karşılaştığımız günden beri, yani Abdullah Gül başbakanken danışmanlığını yaptığı günden beri yıldızımız barışmadı.

Kendisini hep eleştirdim.

Bir günden bir güne “ters bir yanıtı” ile karşılaşmadım.

Karşılaştığımız her seferinde de gayet medeni bir şekilde bana yanıldığımı kanıtlamaya çalıştı, olaylara bakış açısını anlatıp benim bakışımın hatalı olduğunu göstermek için uzun uzun konuştu.

Hatta bir gün Meksika’daydı yanlış hatırlamıyorsam “Ahmet Bey vallahi sağ olun. Bunca yıldır sizi eleştiririm, hatta bazen sohbet sırasında bile iğneleyici sözler ederim, bir gün kızmadınız, bir gün ters davranmadınız, programlarıma katılmamak dışında bir tavrınızı görmedim. Bu AK Parti’de alıştığımız bir tavır değil” dedim.

O da güldü ve “O yüzden de sürekli beni eleştiriyorsunuz herhalde” dedi.

Davutoğlu dış politika konularında bize göre başarısızdır, yanlış ata oynamıştır falandır filandır ama her zaman “nazik” her zaman “düzgün” davranmıştır.

O yüzden de “yeni AK Parti” döneminde Davutoğlu’nun üslubuna aynı şekilde karşılık verilmesi, Türkiye’nin yararınadır.

Bunca yılın gerginliğinden sonra “iyi gelir” gibime geliyor.

 

Özel şirket değil çok özel şirket

TÜRKİYE’de çok garip şeyler oluyor.

Bir süredir Güneydoğu Anadolu’da sürmekte olan “elektrik savaşlarından” haberiniz vardır.

Bölgede elektrik dağıtımı yapan özel şirket, kayıp kaçak oranını azaltmak için büyük çaba sarf ediyor.

Haklıdır da, eder.

Elektrik hırsızlığına göz yumacak halleri yok.

Yıllardır elektriği bedavaya kullanmaya alışmış, ahırını ve hatta kuyusunu bile elektrikle ısıtan vatandaş ise bunu bir nevi sübvansiyon olarak gördüğü için tepkili.

Haklı değiller onu baştan söyleyeyim.

Elektrik dağıtımı yapan şirket şimdi bölgedeki köylülere “kafasına göre” fatura kesmeye başladı.

Arazi büyüklüğüne göre, elektrik sarfiyatı öngörüp köylüye fatura ediyorlar.

Bu biraz garip olmakla beraber benim meselem değil.

Ancak bundan sonrası hepimizin meselesi.

Eğer köylüler bu elektrik parasını ödemezlerse, köylülerin devletten alacağı “tarımsal yardım” kesilecek ve bu para elektrik dağıtımı yapan özel şirkete ödenecekmiş.

İşte bu olacak iş değil.

Hani alacaklı olan Maliye veya bir başka kamu kuruluşu olsa, devlet bunu yapabilir diyeceğiz.

Ama burada alacaklı bir özel şirket, köylüye tarımsal yardım yapan ise devlet.

Devlet bir özel şirketin alacağı için, nasıl olur da köylüye vereceği parayı kesip özel şirkete verebilir!

Bunun hiçbir yasal dayanağı yok.

Ha, özel şirket kalkıp bu köylülerin hesaplarına haciz koyabilir ve ortaya yatacak para kimden gelirse gelsin alabilir, ama devlet bunu doğrudan doğruya kafasına göre özel şirkete ödeme yaparak çözemez.

Çözerse o şirket “özel” olmaktan çıkar. “Çok özel” şirket haline gelir.

O zaman da “Sahibi kimmiş acaba” meselesi gündeme gelir.

 

MASAK’ın varlığı sporu temizler

SPOR kulüplerinin mali yapısını denetlemek üzere MASAK devreye girecekmiş.

Son yıllarda duyduğum en doğru kararlardan biri, belki de birincisi. Çünkü spor “kara para aklamanın” en önemli ayaklarından biri haline geldi.

Sadece kara para aklamanın değil, aynı zamanda bir de soygun müessesesi oldu.

Düşünün bir kulüp başkanı veya yöneticisi çıkıyor “Benim kulüpten 100 milyon, 150 milyon alacağım” var diyor.

Bakıyorsun yöneticinin son 10 yıllık “gelir beyanlarına” toplam olarak 10 milyon dolar gelir beyan etmemiş.

Peki 100 milyon dolar nasıl alacaklı olabilir?

Mümkün değil olamaz.

Şirketinden aktarsa Maliye’ye göre suç, vergi suçu. Cebinden aktarsa cebinde bu kadar para yasal olarak yok.

Kaynak ne?

Belli değil.

Yöneticiler bazen “gri” paralarını kulüplere aktararak aklıyorlar bazen de “aktarmadıkları” parayı aktarmış gibi görünerek alacaklı hale geliyorlar.

MASAK’ın tepelerinde olması bu yönetici türüne iyi bir ders olur. Keşke ciddiyetle yapsalar bu işi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sevmediğimiz komşumuzu evden çıkaracağız diye apartmana sokak serserilerini doldurmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları