Birisi Milli Eğitim Bakanlığı’na harita yollasın

“NEREDEN tutsan elinde kalıyor” denir ya, memleketin hali gerçekten bu.

Nereden tutsan elinde kalıyor.

Tıp fakültelerindeki profesör arkadaşlarım arıyor, “Tıp eğitimi Allah’a havale. 10-15 sene sonra ne özelde ne devlette kaliteli doktor bulamayacaksınız” diyor.

Ciddi ciddi işini yapmaya çalışan kurumlar ve şahıslar, üç otuzluk danışmanların Twitter’daki oyuncağı olmuş, işin kötüsü bunlar ciddiye alınıyor, kurumların içi boşaltılıyor.

Her yerden türlü rezaletin kokusu geliyor.

Yazmaya kalksak bu gazetenin sayfaları yetmez, zaten gazetenin de hoşuna gitmez.

Ama Milli Eğitim’deki rezalet o boyutta ki, bugün Habertürk’te de manşette.

Yapboza dönüştürülen ve giderek kalitesi yerle yeksan olan milli eğitim sistemimizde geçen yıl yeni bir sınav sistemine geçildi.

Adı TEOG.

Ne yazık ki benim kızım da TEOG rezaletine yakalanacak yaştaydı.

SBS sistemi devam etse sınava bile girmeyecekti; çünkü okulunda devam etmek istediğini söylemişti.

TEOG olunca mecburen sınava dahil oldu.

Ama kararlı olduğu için tercih falan yapmadı.

Birkaç hafta önce öğrendik ki, tercih yapmayan öğrenciler Milli Eğitim Bakanlığı tarafından evinin en yakınındaki okula otomatik olarak yerleştirilecekmiş.

Ben de başladım kızımla dalga geçmeye.

“Tercih yapmadın, şimdi bizim mahalledeki imam hatip okuluna kaydedecekler” diye.

Pazar günü bir de baktık ki bizim şaka gerçek olmuş.

Ama bir farkla.

Okul bizim mahallede değil.

Bizim semtte değil.

Bizim ilçede değil.

Komşu ilçede de değil.

Hatta İstanbul’un bizim oturduğumuz yakasında da değil.

Hatta hatta İstanbul il sınırları içinde olduğu bile şüpheli.

TEOG, bizim kızı Şile’de bir okula kaydetmiş.

Daha doğrusu bir imam hatip lisesine.

Durumu öğrenince Google’ın haritasına yazıp bizim evden okula olan mesafeyi ölçtüm.

94.5 kilometre.

Şaka değil tam doksan dört buçuk kilometre.

Google’a göre “trafik sıkışıklığı yokken” yol tam 1 saat 32 dakika sürüyor.

Bu arada okurlardan şikâyetler yağmaya başladı.

“Kaydettikleri okul ile evimiz arasında 45 kilometre var. Ne yapacağız?” diyen.

Hepsine yanıt yazdım.

“Rekor bizde” diye.

Gazeteye geldim dün.

Bizim grafik ekibinden Naci benim rekoru kırdı.

Onun çocuğunu 125 km uzaktaki okula yazmış Milli Eğitim Bakanlığı.

Eğer bu iş düzelmezse İstanbul trafiğinde bayağı bir hareketlenme olacak.

 

Gül’ün en büyük hataları

AK Parti muhalifi kesimden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e AK Partililer tarafından yapılan terbiyesizlikleri “Oh olsun” tadında görenler var.

Bizim Abdullah Gül’e “hak veren” tondaki yazılarımıza ise “Önüne geleni imzalarken, AK Parti’nin dilediği gibi at oynatmasına izin verirken düşünecekti” tepkisi gösteriyor bu fikirdekiler.

Bana göre de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptığı pek çok hata var ama ben “attığı imzaları” hata olarak görenlerden değilim.

Evet, bize göre, bana göre bu imzalar atılmasa daha iyiydi, benim fikrime aykırı birtakım kararlara veya kanunlara imza attı Abdullah Gül, ama bu kararlar veya kanunlar Abdullah Gül’e göre büyük ihtimalle yanlış değildi.

İçinden çıktığı siyasi geleneğe uygun karar veya kanunlardı herhalde ki, imzaladı.

Ben bunları “yanlış” olarak görmüyorum.

“Bize göre yanlış” olarak görüyorum.

Ancak Abdullah Gül’ün birkaç hareketi var ki, bunlar nereden bakarsanız bakın yanlıştı, nasıl bakarsanız bakın yanlıştı.

Bunlar arasında en unutamadığım ve bana göre en büyük yanlış Başbakan ile Barolar Birliği Başkanı arasında tartışma yaşanan toplantıdaki tavrıydı Gül’ün.

Başbakan, Feyzioğlu’na sinirlendi, konuşma sırasında ayağa kalktı, ağzına geleni söyledi ve salonu terk etti.

Abdullah Gül de peşinden.

Bu olacak iş değildi.

Orada üst makamda olan Gül’dü.

Başbakan çıkıyor diye “maiyet memuru gibi” peşi sıra çıkmamalıydı.

Belki gülecekseniz ama bir diğer büyük hatası da “King’s Speech” filmini “korsan DVD’den” izlemesi ve bunu da Twitter’da açık etmesiydi.

Sonrasında yaptığı, “Biz dağıtımcı firmadan daha film gelmeden aldık” açıklamasıydı.

Bence bunlar hataydı.

Gerisi fikir farklılığıdır.

Farklılık, hata değildir.

 

Cem Yılmaz algısı

“KARDEŞİM gibi severim” lafı vardır ya, bu cümleyi kullanabileceğim birkaç kişiden biridir Cem Yılmaz.

Gerçekten çok severim.

Leman günlerinden bu yana hiç azalmayan bir sevgim, bir sempatim vardır.

Pek sık görmem kendisini.

Ama her gördüğümde içim açılır. Mutlu olurum onu görünce.

Mutluluk hormonu gibidir.

Benim için yıllardır aynı Cem Yılmaz’dır.

Ne yapsa kızamam ona, ne dese anlayışla karşılarım.

Ne var ki, son zamanlarda etrafta Cem Yılmaz’a karşı bir sempati kaybı olduğunu görüyorum.

Kendisine karşı objektif olamadığım için de bunun nedenini pek anlayamıyordum.

Biraz dinleyince bu sempati kaybının nedenlerini biraz anlar gibi oldum.

1. Birkaç yıl öncesine kadar sinirlenmeyen, dalgacı bir çocuk vardı. Şimdi zaman zaman o da öfkesine yenik düşüyor.

2. Eskiden gazeteciler fotoğrafını çekmek isteyince yanlarına gider, espriler yapar, kafa bulurdu. Şimdi ise kaçıyor, sinirleniyor, hatta hakaret ediyor.

3. Geçmişte gizlisi saklısı olmayan, mahallenin harbi fırlamasıydı. Şimdi gizlisinin saklısının çok olduğuna inanılıyor.

4. Başta herkese aynı mesafede olduğu düşünülürdü, şimdi bazılarıyla arasına mesafe koyduğuna inanılıyor.

5. Genç Cem Yılmaz net bir adam olarak görülürdü, olgunlaşan Cem Yılmaz flu bir algıya sahip oldu.
Ben bu görüşlere katılsam da katılmasam da algı böyle olmuş.

Biliyorum ki, Türkiye’de yükselen herkes bir süre sonra sempati kaybeder. Ama bu fikirler de ne yazık ki bir algıyı gösteriyor.

Kardeşim gibi sevdiğim birinin böyle algılanmasına üzüldüm doğrusu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gezi’de kol kola gezenler, tribünlerde de kol kola girdiği zaman.

Erişilebilirlik Araçları