2015 seçimine Gül’le mi girilecek?

UZANMIŞIM.

Öğlen içtiğim şarap uykumu getirmiş ama yarım bir uyku hali.

Düşünceliyim ama ne düşündüğümü bile bilmeden.

Suskun telefon çalıyor.

Benimki değildir, diyorum ama susmuyor.

Benimki olmalı.

Telefona uzanmak bile büyük zahmet.

Bi gayret açıyorum.

Benim rehavetime karşın, heyecanlı bir ses karşımda.

“Nerdesin abi?”

Ankara kulislerini çok iyi bilen bir dostum arıyor.

“Tatildeyim.”

“Abi son bir aydır 4. arayışım ve 4. kez tatildesin. Bana da böyle bir iş bulsana!”

“Gel yardımcım ol” diyorum. Gülüyor.

Heyecanlı.

“Ne bu heyecan?” diyorum.

“Tamam abi, anlaşma sağlandı” diyor.

“Ne anlaşması” diyorum.

“Abdullah Gül’le ilgili” diyor.

“Bana ne?” diyorum.

“Olur mu abi, belirsizlik ortadan kalkıyor” diyor.

İlgimi çektiğinden değil, hatırı için dinliyorum anlattıklarını.

“Abi mesele tamam. AK Parti iç meselesini çözdü” diye başlıyor.

“Şimdilik kaydıyla Başbakan Davutoğlu oluyor. Olağanüstü kongrede Davutoğlu Genel Başkan olacak ve Başbakanlık görevi ona verilecek.”

“Yahu bunu dünya âlem sölylüyor. Ben bunu aylar önce yazdım” diyorum kısa kesmesi için.

“Tamam abi bi dur, gerisi var” diyor.

“Biliyorsun seneye AK Parti’nin olağan genel kurulu var. O genel kurulda Abdullah Bey aday olacak ve genel başkan seçilecek. 2015 seçimine AK Parti Abdullah Gül’ün Genel Başkanlığında girecek. Bu konuda tam bir mutabakat sağlandı. Abdullah Bey ekibini kurmaya başladı. Özel kalem müdürü bile belirlendi” diyor.

“Bu mudur?” diyorum.

“Budur” diyor.

“Siyasette bu kadar uzun vadeli plan tutar mı tutmaz mı emin olma” diyorum.

“Koltuk tatlıdır. Oturan kalkmamak için kırk takla atar koltuğun üzerinde” diyorum.

“Bak Kemal Kılıçdaroğlu bile hiç istemezken genel başkan oldu, şimdi kalkmak istemiyor.”

“Ve sonuncusu: Bunlar beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor” diyorum.

Dinliyor.

“Anladım abi, ama AK Parti öyle değil. Ayrıca da seni tanıyorum her şey seni ilgilendirir” diyor.

“Göreceğiz. Allah ömür verirse” diyorum.

Göreceğiz elbet.

Daha neler göreceğiz.

Ömrümüz yeterse…

Arz-ı vaziyet

YILLAR var ki, Bodrum’a gitmiyorum.

Çeşme’ye veya Alaçatı’ya da.

Çocukluğumuzun, gençliğimizin sakin, güzel, temiz tatil yerlerinin katlinden rahatsızım belki, bilmiyorum.

Belki de, tüm buraları yeni keşfedip bize anlatanlardan, daha doğrusu ahkâm kesenlerden sıkıldım.

Son yıllarda rotam Kuzey Ege.

Daha “insan insan” insanların olduğu bölgeler.

Ya da denizin orta yeri.

Sessiz, sakin, temiz.

Bugün pazar, yine öyle bir yerdeyim.

Zaten bu yazın büyük bölümünü öyle geçirdim.

Yıllardır yapamadığım uzun tatillerin, gazeteden aranmadan geçiremediğim günlerin acısını çıkarırcasına.

Aklıma esiyor, biniyorum otomobile basıyorum canımın istediği yere.

Duble yollar en çok bana yarıyor son zamanlarda.

Dün gece üç arkadaş çok güzel bir yemek yedik.

Ucuz bir Yunan şarabı eşliğinde.

Türkiye’ye yakın ama Türkiye’den uzak bir keyif içindeyim.

Ailece çıktığım tatillerde telefonu bile yanıma almıyorum. Alsam da açmıyorum.

Artık telefonun hâkimiyeti bende.

Artık cep telefonu her isteyenin bana istediği anda ulaşması için değil.

Benim canım istediği zaman, istediğime ulaşmam için.

Rahatsız edilen değil, rahatsız edenim artık.

Zaten telefon yanımda olsa da, gerçek dostlar dışında arayan pek az.

Sayıları üçü geçmeyen gazeteci arkadaş.

Birkaç siyasetçi.

Ve en yenisi 20 yıllık bir avuç dost.

Başka arayan yok.

Durumdan şikâyetim hiç yok.

Geçen haftayı Fransa’da geçirdim. Yavaşı bile bizimkinden hızlı trenlerle seyahat ettim. Belediye otobüsü ile gittiğim sakin, gürültüsüz, müziksiz, çocuk sesiyle dolu halk plajlarında denize girdim.

Dağlara çıktım.

Ucuz ama lezzetli lokantalarda şahane yemekler yedim.

Şimdi bambaşka bir coğrafyadayım.

Önümüzdeki hafta sonu ise bir dostumun köy evinde bağ bozumu yapacağım.

Kafayı takmazsanız hayat güzel.

Galiba dünyayı bozan iletişim denilen zillet.

İnsan kendi kendiyle kalınca hayat hoş.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bir bileği ne bükmek ne de öpmek zorunda olmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları