Cumhurbaşkanı, oğlunu Başbakan yapsa yine olmaz

BAŞBAKAN Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına uzunca bir süreden beri kesin gözüyle bakıldığı için tartışma Başbakan’ın kim olacağı ve Cumhurbaşkanı- Başbakan ilişkisinin nasıl yürütüleceği üzerinden yapılıyor.

“Şu Başbakan olursa böyle olur, bu Başbakan olursa şöyle” olur ile başlayan ve “Şu Başbakan bunu kabullenmeyeceği için Erdoğan onu istemez”e doğru uzanan bir tartışma.

Çeşitli yazarlar da farklı isimlerin sözcülüğüne soyundukları için tartışma alevli ve hakaretlerle dolu oluyor.

Benim fikrim ise bambaşka.

Eğer Türkiye’de Anayasal sistemi değiştirecek bir şey yapılmazsa, yani başkanlık sistemine geçişi sağlayacak bir Anayasa değişikliği gündeme getirilmezse, Başbakan kim olursa olsun, seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın oğlu bile olsa Cumhurbaşkanı yetkilerini ancak ve ancak “bir yere kadar” kullanabilir.

Yasalar karşısında sorumlu bir Başbakan, yasalar karşısında “sorumsuz” bir Cumhurbaşkanı’na tüm yetkilerini devretmez de, kullandırmaz da

Bir yer gelir, “Bi dakka Cumhurbaşkanım” der.

Bu hem yasalardan gelen bir durumdur, hem de “ego”lardan.

Başbakan olan kişi de, sonuç olarak ego sahibi biri olacaktır.

Egosu yoksa bile Başbakan olunca “egosu” artacaktır ve başbakanlık gücünü kullanmak isteyecektir.

En mülayim şahsiyetli kişi bile aksini yapmaz, ki örneğini Özal-Akbulut ilişkisinde gördük.

Şimdi de AK Parti içinden kim çıkarsa çıksın, kim olursa olsun, Abdullah Gül veya bir başkası hiç fark etmez, Cumhurbaşkanı’na saygısını bir yere kadar korur, ama bir noktadan sonra “Kusura bakmayın ama ben de Başbakan’ım” der.

Dedim ya, Cumhurbaşkanı olan kişi, oğlunu Başbakan yapıp onun üzerinden ülkeyi kendi bildiği gibi yönetmeye kalksa dahi oğul da bir yerde “Baba bir dur” diyecektir.

Bu nedenle kim ne yazarsa yazsın, kim ne derse desin, kim neye heveslenirse heveslensin fark etmez.

Başbakanlık başbakanlıktır.

Velev ki, Anayasa değiştirilsin.

O ayrı…

 

Anayasa değişir mi?

“ANAYASA değişsin, o ayrı” dedik de, peki Anayasa değişir ve başkanlık sistemine geçilir mi?

Vallahi bugün artık zor görünüyor.

Düşünsenize, başkanlık sistemine geçilirse parlamentonun işlevi azalacak.

Siz bakmayın bazılarının “artacak” demesine, Türkiye’de artmayacağını herkes gün gibi biliyor.

Kuvvetler ayrılığı prensibinin işlemediği yerde başkanlık sisteminde parlamentonun işlevi artmaz.

Dahası, başkanlık sisteminde bakanlar parlamentodan değil, parlamento dışından seçiliyor.

Hangi parlamenter bir gün bakan olma ihtimalini veya bakanlarla aynı sıraları paylaşma ihtimalini ortadan kaldıracak bir değişikliği ister ki!

 

Gerçekti, hayal oldu

17 Aralık operasyonu sırasında 4 bakan hakkında TBMM’ye yollanan fezlekelerin gidişatını izliyorsunuz herhalde.

AK Parti, fezlekelerin yerel seçim öncesi okunmasını engellemek için çeşitli oyalama taktikleri geliştirdi.

Sonunda AK Parti’nin önerisiyle bir soruşturma komisyonu kurulmasına ve fezlekelerin burada incelenmesine karar verildi.

Komisyon kuruldu ama AK Parti uzunca bir süre komisyona üye vermeyerek fezlekelerin incelenmesini geciktirdi.

Sonunda AK Parti, komisyona üye verdi ve komisyon çalışmaya başladı.

İlk icraat olarak da fezlekelerin “okunmadan ve açılmadan iadesine” karar verdi.

Doğrusu bu fezlekelerin içeriğinde “bu kadar korkulacak ne olduğunu” merak ediyorum.

Ama merakımızı gidermek mümkün olmayacak.

Fezlekeler artık hayal oldu.

 

Ya cehalet ya rezalet

SİYASETTE bir tarafın destekçisi olmak ayıp bir şey değil elbet, bunu hep söylüyoruz.

Ama bir tarafa destek, karşı tarafa yalanla, iftirayla veya cehaletle saldırmak gerçekten çok ayıp.

Bir gazete son yıllarda bunu çok fütursuz biçimde yapıyor.

Kendi bilecekleri şey, karışamayız ama cehaletin bir noktadan öteye gidenini de biraz “hizaya getirmek” gerekiyor.

Bu tarz yayın yapan gazetelerden birinde dün, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun evinde yaptığı bir röportajın başka bir gazetede yayınlanmış fotoğrafı yer aldı manşette, koskocaman.

Fotoğrafta Ekmeleddin İhsanoğlu ve ailesi görülüyor.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ayağında da ayakkabı var.

Gazetenin manşeti de bu ayakkabı üzerine.

“Evinde ayakkabıyla oturuyor.”

Yani demeye getiriyor ki, o bizden değil.

Öyle ya bunlara göre Müslüman, evinde ayakkabıyla değil terlikle oturur, eve ayakkabıyla giren Müslüman değildir.

Ama bu gazeteyi yapanların bilmediği veya bilmeyi istemediği şu: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ayağındakiler sokak ayakkabısı değil, ev ayakkabısı.

Pek çok kişinin evinde olan, çok ince tabanlı, çok yumuşak deriden yapılmış ve sokakta giyilmesi mümkün olmayan ev ayakkabılarından giymiş İhsanoğlu.

Çünkü evinde misafir ağırlarken yalınayak olmanın doğru olmadığını bilecek kadar beyefendi belli ki. Yani bizim “pantufl” diye bildiğimiz, şimdilerde “pantufla” denilen ev ayakkabılarının deriden yapılmışı.

Arda Turan’ın, Fatih Terim’in kızının düğün töreninde smokininin altına giydiği ayakkabılar da aslında bu tür bir ev ayakkabısı.

Eğer o gazete bu çamuru atarken bu durumu bilmeden atıyorsa “cehalet”, bilerek atıyorsa “rezalet” demek lazım.

 

Kral idi Mısır’a

BU döneme mahsus değil, her dönemin işadamları vardır.

İktidar ilişkileriyle parlatılırlar, iktidar ilişkileriyle var olurlar.

Sonra iktidar gider, işadamının işi biter.

Kamuran Çörtük’ün mahkûmiyet haberini görünce aklıma geldi.

Bir zamanlar “aile fotoğrafının” içinde yer alıyordu, önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı olmuş bir kişinin.

Kayınbiraderiyle ortak işleri vardı.

İş yapabilmek için onunla ortak olmak gerekiyordu.

İtalyanların dev firması Astaldi bile onunla ortak olmuş ve gazetelere ilan vermişti, “İşlerimizi bitirebilmek için Bayındır ile ortak olduk” diye.

Hamisinin başbakanlığı bitti, cumhurbaşkanlığı bitti.

O şimdi mahkûm.

5 yıla.

Artık ne işi kaldı, ne adamlığı.

Ders alan olur mu?

Zannetmem.

Ama ben yine duyurayım.

 

İlmi Araştırmalar

PROFESÖR Yekta Saraç, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kitabıyla ilgili olarak kaleme aldığı eleştirinin orijinalini lütfetmiş.

İlim Yayma Cemiyeti’nin “İlmi Araştırmalar” Dergisi’nin 1997 yılında yayınlanmış nüshası.

Yekta Bey demek istiyor ki: “Ben bir Cumhurbaşkanı adayının değil, bir yazarın kitabıyla ilgili bir yazı yazdım. Üstelik de 17 yıl önce.”

Dergi oldukça ilginçti. İçindeki makalelerin tamamını okudum.

Milli Görüş hareketinin Türkiye’de siyasi bir başarı elde etmesinin arkasındaki fikri gücü de gördüm.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kendimizi peynir gemisinin kaptanı zannetmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları