İlk tur zaferini Demirtaş engeller

DÜN sabah niyetim Selahattin Demirtaş’ın tanıtım toplantısına gitmekti.

Pazartesi sabahı son derece kibar bir bey arayıp daveti iletmişti. Ben de gelmeye çalışacağımı söylemiştim.

Nereden bilebilirdim, bir yaz gribi tarafından mıhlanacağımı!

Gidemedim. Oysa en merak ettiğm adaydı Selahattin Demirtaş.

Çünkü çevremde epey bir insan, en azından ilk turda Selahattin Demirtaş’a oy vereceğini söylüyor, etnik Kürt siyasetçiliğinden sıyrılıp gerçek bir demokrat siyasi harekete dönüştürme çabası içinde olduğunu gözlemliyor ve bu çabanın fark edildiğini Demirtaş’a ve arkadaşlarına göstermek bu yolda ilerlemesi için cesaretlendirmek istiyor.

Bu benim çevremde gördüğüm durum.

Ancak bunun dışında da Selahattin Demirtaş’ı Cumhurbaşkanı adaylığında kendisinin bile umduğunun üzerinde bir oya taşıyacak bir dip dalga var.

Türkiye’de son 10 yıldır siyasi bir gerçek haline gelmiş bir durum var.

Kürtlerin oyları iki parti arasında neredeyse eşit bir şekilde paylaşılıyor.

Bunlar AK Parti ve BDP.

Devletçi, muhafazakâr ve sisteme entegre olmuş Kürtler, AK Parti’yi desteklerken, daha demokrat, daha özgürlükçü Kürtler ve bunların yanı sıra PKK tabanı BDP’yi destekliyor.

Bu da Kürt oylarını bu iki parti arasında neredeyse eşit biçimde paylaştırıyor.

Ancak bu kez ortada farklı bir durum var.

Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı ilk kez bu eşit dağılımı bozacak gibi görünüyor.

Çok geniş bir Kürt kitlesi, oylarını ilk turda Demirtaş’ın oy pusulasındaki fotoğrafı üzerinde konsolide edecekler gibi duruyor.

Çünkü ilk kez Türkiyeli Kürtler, kendilerini tam anlamıyla ifade edebilecekleri bir ortam bulduklarını düşünüyorlar.

“Kaç kişiymişiz bir görelim” diye başlıyor ve “Siyasetteki etkimizi test etme fırsatı yakaladık” diye düşünüyorlar.

Geçmişte heterojen halde bulunan Kürt oyları bu kez homojen bir biçimde Demirtaş’a doğru kayıyor.

Bunun sonucunda Demirtaş’ın HDP’si, içinden çıktığı BDP’nin asla ulaşamadığı bir oy oranıyla Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turuna damga vurabilir.

Başbakan Erdoğan’ın ilk turda Cumhurbaşkanı olma ihtimali Demirtaş tarafından engellenebilir.

İkinci turda ne olur bilemem, ama ilk tur için bu durum ortada.

 

Batı’dan ne farkımız var

HÜKÜMET, Gazze’de 200’e doğru ilerleyen ölü, 2000’e yaklaşan yaralı üzerinden konuşmaya ve”Batı”yı suçlamaya devam ediyor.

“Batı parmağını kıpırdatmıyor” suçlaması yine gündemde.

Bu konuda hükümetimizin girişimleri, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’la yapılan görüşmelerden ibaret.

Belli ki, diğer liderlerle bir temas olmamış.

Niyeyse!

O meşhur “Obama ile konuştum” sözü de duyulmuyor.

Ama asıl değinmek istediğim bu değil.

Mesele şu:

Batı’yı İsrail’e yaptırım uygulamamakla suçlayan hükümetimiz, kendisi ne yaptırım uyguluyor?

Ben size söyleyeyim.

Hiç.

Daha önce yazdım, İsrail ile ilişkiler hiç olmadığı düzeyde.

Dışarıdan bakınca kavga var izlenimi hâkim, ama tam aksine ilişkiler yolunda.

Ticaret rakamları bunu açıkça gösteriyor.

Ticaret hacmi rekor düzeyde.

Kıbrıs’tan çıkarılacak İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden taşınması konusunda işler tıkırında yürüyor.

Bunlar yanlış mı?

Değil. Böyle olması lazım zaten ama bana yanlış gelen etrafı suçlamak.

Türkiye’nin Gazze konusundaki tavrı Batı’dan hiç farklı değil.

Farklıymış gibi gösterilmeye çalışılmasını ikiyüzlülük olarak görüyorum.

 

CELAL HOCA’DAN MEKTUPLAR

Ohlokrasi

PROF. Celal Şengör’den yine mektup var. Bu kez eğitimimizi eleştirmiş. Okuyun bakalım haksız mı!

“Sevgili Fatih,

Geçenlerde Milli Eğitim Bakanlığının ve ÖSYM’nin muhteşem çuvallamalarını yazmıştın ve bu iki kurumun, öğrencilerin yaşamlarını perişan ettiklerinden bahsetmiştin. Yazdıkların, bir buzdağının ancak ucudur. Problem çok daha vahimdir ve sorumluları arasında bizzat halkımızın kendisi vardır.

Türkiye’de eğitim, bırak üniversite düzeyini, öğrenciye okuma-yazmayı dahi düzgün öğretemeyecek düzeylere düşmüştür. Bunun böyle olduğunu her gazete okuyan veya televizyon seyreden tahsilli bir kişi derhal anlayabilir. Gazetelerde dahi anlamına gelen da ekinin ayrı yazılması neredeyse kaybolmuştur. Soru ifade eden mi eki artık kelimelerin bir parçası haline gelmiştir. Satır sonu kelime bölmelerinin heceler arasından yapılması gerektiği unutulmuştur. Üstten virgül ilgili ilgisiz her yerde kullanılmakta, bazan da gerektiği yerde kullanılmamaktadır. Vesaire!

Türkiye’de hocalar arasında gırla giden ve hiçbir şekilde cezalandırılamayan (nasıl cezalandırılsın ki? İntihalden üniversiteden atılan ve bu mahkemece onanan bir zat Millî Eğitim Bakanıydı!) intihal ile şöhret bulmuş üniversitelerimize gitmek artık dört yıllık bir vakit kaybından ibarettir. Bu ülkede tek bir üniversite dahi o ada lâyık değildir (istisna olarak Harp Okullarımızın Balyoz felâketine rağmen hâlâ üniversite olduklarını ümid ediyorum!). Profesörlerin yüzde doksanı uygar bir ülkede asistan bile olamazlar. Ben Türkiye’nin en iyi ve en kalabalık jeoloji bölümü olan kendi bölümümden örnek vereyim (bunu rakamlarla belgeleyebilirim): Tüm profesörler arasında sadece üçü uygar dünyanın bir üniversitesinde profesör olabilecek düzeydedir. Amerika’da yetişmiş olan eşim Oya bazan arkadaşlarımızdan gelen ve gûya İngilizce bilen üniversite mezunları tarafından yapılmış İngilizce metinleri düzeltmeye yardımcı olur. Bunlar arasında daha gerçekten İngilizce yazılmış tek bir metin çıkmamıştır; hepsi o kadar kötüdür.

Bu felâketin sebebi Türkiye’de eğitimde kalite kontrolunun sıfır olmasıdır. Abbas Güçlü birkaç yıl önce rektörlerin Uluslararası Atıf İndeksine giren makale sayılarını yayınlamıştı. Hatırlarsan listesi sıfırların ve birlerin ardıştığı spor toto sütunlarına benziyordu. Bunu kabullenen bir halkın eğitiminin düzgün olması mümkün değildir.

Atatürk ile modern dünyaya adım atan Türk eğitimi, Hasan-Âli Yücel’in İsmet İnönü tarafından Millî Eğitim Bakanlığından uzaklaştırılması ile serbest düşüşe geçmiştir (kimse bana İsmet Paşa onu kovmadı; o istifa etti demeye kalkmasın!). AKP yönetimi, serbest düşüşteki Türk eğitiminin düşüşünü hızlandırmak için ona bir de motor takmıştır. Son on iki sene içinde Türkiye’de eğitim dibe vurmuştur.

Herkesin her ünvana ve her mevkiye lâyık olmadığını anladığımız zaman bu durumu düzeltebiliriz. Türkiye demokrasi adı altında pazarlanan ohlokrasinin, yani cahil güruh yönetiminin, yıktığı bir toplumdur. Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan Bey’in iftiharla sık sık dile getirdiği “Anadolu ihtilali” işte bu ohlokrasinin zaferidir ve pek yakında Türkiye’yi yok edecek, halkını da çevre ülkelerimizde gördüğümüz korkunç acılara mahkûm edecektir. Büyük Atatürk, her yaptığı çok partili demokrasi denemesinde, işin ohlokrasiye dönme eğilimini gördüğü için o deneyleri kesmek zorunda kalmıştır. Diktatörlük heveslisi olduğu için değil. Onun tüm çabalarına rağmen Türkiye’nin eğitim görünümü Afganistan’ınkinden daha iyi değildir! Türkiye halkı üzerinde oturduğu toprakları yönetecek ve koruyacak yeteneği kaybetmiştir; aynı AKP’nin hayran olduğu Osmanlı gibi.”

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hayali düşmanlarla savaşanlara psikiyatride ne isim verildiğini unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları