Antiparalelcilerin evrak-ı metrukesi

BUGÜNÜN “antiparalelcileri” dün ne yazmıştı hatırlayalım mı?

Yavuz Semerci’yi aradım.

“Yahu ne adamsın. Modayken, herkes yanına koşup eteğini öperken Fethullah Gülen’e gitmedin de şimdi adam out olmuşken, hain ilan edilmişken, dokunan yanarken Pennsylvania’ya gittin” dedim.

Kahkahayı patlattı.

“Dersimliyim ya ondandır. Kaybedene gideriz biz” dedi.

Şimdi Yavuz Semerci’yi paralelci ilan edecekler neredeyse.

Gülüyorum.

Geçmişim, yazdıklarım ortada olmasa beni bile ilan ederler ya, o kadarını yapamıyorlar. Bakın size arşivden iki yazı çıkardım.

Daha doğrusu bir dostum çıkardı.

Önemli bölümlerini aktaracağım önce size:

 

GEÇMİŞTEN 1. YAZI

“Meğer reyting operasyonu, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin işareti üzerine başlamış.

İşte bu M. reyting operasyonunun ‘zamanlamasına’ dikkat çekiyor.

…Her taşın altından özlemle Atatürk’ün çıkmasını beklediğimiz mutlu günlerden, her taşın altından cemaatin çıktığı mutsuz günlere evrildik.

Ergenekon soruşturması mı?

Kesin cemaatin işi…

Kafes, ıslak imzalı belge, İnternet Andıcı, Balyoz soruşturmaları?

Cemaatin işi… Şike soruşturması? Cemaatin işi…

Bu işleri gerçekten cemaat yapıyorsa, bence iyi yapıyor…

Ellerine sağlık.

…Darbecilerden hesap soruluyor…

Kötü mü oluyor?

Bir dönemin pislikleri ortaya saçılıyor…

Kötü mü oluyor?

Faili meçhul cinayetler, sağa sola atılan ‘dost bombalar’, askerimizin geçiş noktasına döşenen ‘dost mayınlar’, Heron skandalları, internet andıcı rezillikleri, ‘İstanbul’a çökme planları’…

Hepsi, her şey deşifre ediliyor…

Kötü mü oluyor?

…Devlet darbecilere, çetecilere, şikecilere, hırsızlara, reyting sahtekârlarına göz mü yummalıydı?

Bırak onu bunu da, yapılan her işi cemaate fatura ederek suç işlemiş olmuyor musun?

Bu ülkenin polisi, savcısı, yargıcı, parlamentosu, ‘icra heyeti’ yok mu?

Bir gün kapına dayanıp, ‘Gel bakalım Mustafa efendi… Devleti cemaatin yönettiğini mi söylemeye çalışıyorsun?’ deseler, ne cevap vereceksin?

Polise ve savcıya da ‘para kardeşi, meşrutiyet çığırtkanı, cemaat müridi, padişah kulu, lafı oturma organıyla anlıyor’ diye saydıracak mısın?”

Bu yazı iktidara en yakın gazetede, 2 yıl kadar önce yayınlandı.

 

GEÇMİŞTEN 2. YAZI

“…Bu cümleden olarak, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ni ‘hukuk’ çizgisine çekip demokratikleştirecek, darbelerden hesap soracak, YAŞ kararlarını yargı denetimine açacak, memura toplu sözleşme hakkı getirecek anayasa değişikliği de asker/polis tersleşmesinin bir ürünü…

Öyle mi?

Küfretmek için alesta bekleyen serseri takımına duyurulur:

Hayır kardeşim, hiçbir cemaatin, derneğin, örgütün, tarikatın mensubu ya da müntesibi değilim.

Her taşın altında cemaat arama ‘cevvaliyetinizi’ bari biraz da demokratikleşme yönünde kullanın.”

Bu yazı da aynı yazara ait ve yine hükümete yakın, en azından fikirdaş bir gazetede, Hanefi Avcı’nın Cemaat’i hedef alan kitabını eleştirmek için yayınlandı.

Her iki yazının yazarı da aynı kişi: Ahmet Kekeç.

Bizim adı “paralel”e çevrilmeden evvel Cemaat’i eleştirdiğimiz günlerde bugün “paralel” diyenler Cemaat’i koruyor ve övüyordu.

Arşivde 10 dakika gezsem, böyle yüzlercesini bulurum bugünün “antiparalelcileri” tarafından yazılmış.

Şimdi ise herkesi “paralelci” ilan ediyorlar. Müktesebatları bu kadar ortadayken…

Aslında gülmek lazım.

Ama bu kadarına kıçımla bile gülemiyorum.

 

Sâri üslup

BAŞBAKAN’ın üslubu eleştiriliyor. Çok sert bulunuyor.

Doğrudur, Başbakan’ın üslubu serttir, kendisi gibi düşünmeyeni kabul etmeyendir. Ama benim eleştirdiğim bu değil.

Benim derdim bambaşka. Ben bu üslubun “bulaşıcı olmasından” şikâyetçiyim.

Bu üsluba sahip olan tek kişi olsa, sadece Başbakan olsa, seçilmiş olduğu için, üslubunun sorumluluğunu üstlenen olduğu için ve “bir kişi” olduğu için, “O da öyle” deyip geçersin.

Ne var ki bu üslup bulaşıcı ve bulaştı.

Bugün artık devletin, bürokrasinin her kademesinde aynı üslup egemen olmaya başladı. Devlette artık herkes birer “Recep Tayyip Erdoğan”.

Tapu dairesinde, belediyede, bakanlıkların alt veya üst kadrolarında, her yerde…

Belli ki, moda olmuş. Herkes onun gibi olmaya çalışıyor.

Son örneği, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Rize’deki konuşması sırasında yaşananlar.

97 yaşında bir adam, üstelik de belli ki, dindar bir adam, Görmez’i namaz saatlerindeki hata iddiasıyla protesto ediyor.

Görmez’in korumaları, 97 yaşındaki adamın üzerine atlıyor ve yaka paça, daha doğrusu kargatulumba dışarı çıkarıyorlar.

Adam pir-i fani. 100’üne 3 kalmış. Neredeyse ellerinde kalacak. Zaten sonrasında hastaneye kaldırılıyor.

Bu kadar mı zorunuza gidiyor protesto edilmek. O zaman oturmayın o koltuklara.

Bakın Hillary Clinton’a.

Laf atmadılar, ayakkabı attılar kadına.

Ne yaptı? Hiçbir şey. Güldü.

Korumaları da protestocuyu dışarıya davet ettiler. İtip kakmadan, dövmeden. Üstelik 97 yaşında da değildi.

Ne olur biraz hoşgörülü olsanız. Hadi 1 kişi çok sert.

Hepiniz öyle olmak mı zorundasınız.

 

Önerim yasada

GEÇTİĞİMİZ günlerde bir yazımda, “Bankalar yıllık aidatı olmayan bir kredi kartını, içinde hiçbir ekstra hizmet barındırmasa bile tüketiciye sunmak zorunda olmalı. Aidat tartışmaları ancak böyle biter” diye yazdım.

Dün ilgili bakanlıktan aradılar. Mayıs ayı içinde yürürlüğe girmesi planlanan 6502 sayılı yasanın 31/3 bendinde bu önerim aynen kanun maddesi olarak yer almış. Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bankalar “aidat ücreti” olmayan bir kredi kartını da müşterilerine sunmak zorunda olacaklar. Bunu yapmayan bankaya 5 milyon TL ceza verilecek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Empatiyi sadece kendimiz gibi olanlarla yapmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları