Her şey deja vu

Öylesine kısır bir ülkeyiz ki, sorunlarımız, kavgalarımız, yaklaşımlarımız, anlayışlarımız on yıllar boyunca değişmiyor,

Yeni sorun üretmekten bile aciziz,

Hep aynı sorunları tekrar tekrar kendi önümüze getiriyoruz,

Şimdi size anlatacağım hikaye 1950’lerin sonundan,

Menderes’in Başbakanlık döneminden,

1958 yılında Amerikalı bir gazeteci Başbakan Adnan menderes ile bir röportaj yapmak üzere Ankara’ya gelir,

Menderes’ten randevu ayarlanır ve Amerikalı gazeteci Başbakanlığa gider,

Randevu verilmiştir ama koskoca Başbakan Menderes’le görüşmek öyle kolay bir iş değildir,

Gazeteci günlerce bekletilir, Başbakan bir türlü müsait olamamakta, görüşme yapılamamaktadır,

Gazeteci sonunda sinirlenir ve “Ben geri dönüyorum” der,

Başbakan’ın yakınları hemen devreye girerler,

“Başbakan İstanbul’a oradan da gemiyle İzmir’e gidecek, Sizi de bu yolculuğa dahil edelim, Gemide görüşürsünüz” derler,

Gazeteci kabul eder,

Gemiye binilir İzmir’e doğru yola çıkılır,

Ancak görüşme yine gerçekleşmez,

Başbakan parti işleriyle öylesine meşguldür ki, gazeteciye zaman ayıramaz,

Ve Amerikalı gazeteci görüşmeyi yapamadan ülkesine dönmek zorunda kalır,

ve döner dönmez Başbakan Menderes ve DP hakkında çok ağır bir makale kaleme alır,

Amerikalı gazeteci yazısında Menderes’i ve partisini otoriter bir rejim kurmakla suçlar,

Türkiye’de basının büyük baskılar altında olduğu bir dönemdir,

Kimse Başbakan’ı eleştirememekte, eleştirenler hemen kovuşturmaya uğramaktadır,

Buna rağmen Dünya, Ulus, Vatan ve Kervan gazeteleri Amerika’da yayınlanan bu yazıyı iktibas ederler,

Yani aynen sayfalarına aktarırlar,

Menderes köpürür,

Hemen mahkemeler devreye girer,

Gazetelerden üçü kapatılır,

Onlarca gazeteci hapse atılır,

Bunun üzerine Abdi İpekçi bir yazı kaleme alır ve mealen şöyle der:

“Siz yabancı gazeteciler Türkiye’ye gelmeyin, Türkiye hakkında yazı falan yazmayın, Bizim işimize karışmayın, Siz bunları yazıyorsunuz, Bizim gazeteciler de Türkiye’yi demokratik bir ülke zannedip bunları burada tekrarlıyorlar, Sizin ülkede bunları yazmak demokrasinin bir unsuru olabilir ama Türkiye’de bunları yazmanın karşılığı 7 yıl 6 ay hapistir, Buralara gelip bunları yazıp bizim başımızı belaya sokmayın”

1958-2008,

Tam 50 yıl,

Değişen ne var?

Hiç bir şey,

Ama herkesin görmesi gereken bir şey var,

O zaman kapatılan gazetelerden 3’ü bugün hala var,

Vatan da Dünya da Ulus da,

O günkü sahiplerini hatırlayan yok belki ama gazeteler hala var,

 

 


Dava aydınlanıyor, Fener kararıyor

Deniz Feneri Davası aydınlandıkça Deniz Feneri giderek kararıyor,

Alman Adaleti’nin ortaya koyduğu bütün deliller gösteriyor ki, “yardım” için toplanan paralar “İç edilmiş”

Olayla ilgili olanların ve olayla ilgili olduğu net bir biçimde ortaya çıkan AKP’nin bundan sonra yapacağı savunma “Bu paraları cebimize atmadık, Kanal 7 için kullandık,” demek olacaktır,

Yani bir anlamda “Bu paraları davamız için kullandık” itirafı gelecektir,

Gelişmeler aksinin mümkün olmadığını gösteriyor,

Doğrusunu isterseniz ben de Mehmet Gürhan dışında bu işten “Cebe para atan” olmadığını düşünüyorum,

Ancak şu da bir gerçek ki, koskoca bir televizyonu “Fakir fukaraya yardım” maksatlı toplanan paralarla kurup onun başına geçmek ve o televizyonu siyasi amaçlarla kullanmanın cebe para atmaktan daha az bir “Ayıp “ olduğu söylenemez,

Başbakan’a ve Başbakanlığa para gittiği iddiasına gelince,

2003 yılında böyle bir iddiayı geçerli bulmuyorum,

Erdoğan o günlerde Başbakan’dı ve parmağını tıklattığı anda o miktarda yardım parasını Türkiye’de kendisine takdim etmeyecek işadamı yoktu,

Düzenlediği bağış toplantılarında işadamları bir çırpıda 50-60 milyon dolar veriyordu,

Fakat Başbakan’ın bu davayla başından beri yakından ilgilendiği ve her etabını takip ettiği de bugün ortaya çıkmış durumda, Almanya’nın büyükelçilik kriptolarıyla belgelendi,

Bu da Deniz Feneri’nin Almanya’daki organizasyonuyla Türkiye’deki organizasyonunun birbiriyle bağlantılı olduğunun en önemli kanıtlarından biri,

Yani bu dava ilk bakışta algılanandan çok daha önemli,

Birileri bunun Türkiye’deki ucunu çekmeye başlarsa çok önemli noktalara gidebilir,

Ancak tahminim odur ki, bundan hukuki bir sonuç çıkmaz,

Çünkü alanın razı satanın razı olduğu bir organizasyon söz konusu,

Yeşil holdinglerin, Kombassanların, Endüstri Holdinglerin Almanya’da milyarlarca mark dolandırdığı vatandaşlardan bir teki bile bu dolandırıcılar hakkında elle tutulur bir dava açıp hakkını aramadı,

Çünkü onlara bu paraların öyle veya böyle din için kullanıldığı söylendi,

Şimdi de öyle olacaktır,

Deniz Feneri meselesinin Türkiye’de hukuki bir karşılık bulacağını zannetmiyorum,

Ancak siyasi karşılığının olması olasıdır,

Bence en önemlisi, Türkiye’deki benzer organizasyonların incelemeye alınmasıdır,

Ama Türkiye’de bunu yapabilecek güçte bir savcı, bir polis, bir güvenlik birimi var mıdır emin değilim!

NOT: Deniz Feneri Davası’nda dün Habertürk beni hayal kırıklığına uğrattı, Gerek internet sitesi, gerekse televizyonunda bu haberi umduğum kadar detaylı biçimde göremedim, Bir kavgada taraf olmama kaygısı, haberciliği zayıflatmamalı,

 

 


Nasıl konuşulmasını emredersiniz!

Başbakan’ın bir cümlesi var ki, bu cümle Erdoğan’ın demokrasinin gerçekte ne olduğunu anlayamadığını kanıtı,

Başbakan bazı cümlelerine şöyle başlıyor, “Sen Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı hakkında nasıl böyle konuşursun, Sen Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı hakkında nasıl bunları yazarsın, sen Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanına nasıl böyle bir soru sorarsın”

Dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde bir Başbakan, bir lider, bir siyasetçi böyle başlayan bir cümle kurmaz, Kuramaz,

Sizlerin üç dakika görüşme için kapısında beklediğiniz AB Başkanlarının ağzından böyle bir cümle duyamazsınız,

Bazen bir radyo programcısının eleştirileri karşısında bile ABD Bakanlarının boynu kıldan incedir,

Hiç bir Alman, İngiliz, Fransız lider böyle bir cümle kurmamış, böyle bir cümleyi aklına bile getirmemiştir,

Çünkü asıl olarak gazeteciler ve vatandaşlar başbakanlar, bakanlar hakkında  böyle konuşurlar,

Hesap verme mevkiinde oturanlar onlardır,

Hesap sorma mevkiinde oturanlar ise vatandaşlar,

Demokrasilerde vatandaşlar “Öyle” konuşma hakkına sahiptirler,

Diktatoryalarda ise tam tersi,

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kapatma davası sonuçlandığından beri Avrupa Birliği lafı edilmediğini gördüğümüz zaman

Erişilebilirlik Araçları