Müslüman Yalan Söyler Mi Hasan Bey

Hasan Karakaya’nın Sabah’a verdiği röportajı okudum,

Hoşuma gitti,

“Sabah Gazetesi yeni safını belirliyor” diye düşündüm,

Cemil İpekçi çıkıp “Muhafazakar eşcinselim” diye durumunu özetlemişti,

Konumunu belirleyen benzer bir açıklama yarın öbürgün Sabah yönetiminden de gelebilir,

Neyse konumuz o değil,

Konumuz Hasan Karakaya,

Röportajda da itiraf ettiği gibi Hasan Karakaya geçmiş yıllarda bana hitaben bir yazı yazdı,

Ana avrat dümdüz gittiği bir yazı,

Aslında bu yazıdan sonra gidip kendisini bir temiz dövmem gerekirdi ama hukuka saygımdan mahkemeye vermekle yetindim,

Dava sonuçlandı,

Hasan Karakaya davayı kaybetti,

Yanlış hatırlamıyorsam o zamanın parasıyla 5 milyar lira tazminata mahkum oldu,

Avukatlarım Akit mi, Vakit mi adı sürekli değişen gazetenin kapısına dayandılar,

“Hasan Karakaya’yı arıyoruz” dediler,

Yanıt ilginçti: “Burada öyle biri çalışmıyor”

Haydaaa!

Avukatlar gazeteyi gösterdiler, “İşte yazıları sizin gazetede çıkıyor, Nasıl çalışmıyor”

Kapıdaki adam Nuh dedi peygamber demedi,

“Çalışmıyor”

Bunun üzerine icra marifetiyle gidildi,

Maaşına haciz koyacaklar, 

Baktılar ki, Hasan Karakaya hakikaten yok,

Gazete yönetimi, “Kendisi buraya gelmez, Hiç görmeyiz, Bizden maaş da almaz, Yazılarını fakslar, biz de basarız” dediler,

Hasan Karakaya Vakit’de yazıyor ancak gazetenin bordrosunda görünmüyordu,

Avukatlar epey bir uğraştılar,

Ama Hasan Karakaya’ya ulaşamadılar,

Bir iki kere sağda solda karşılaşmış olmasam var olmayan biri olduğuna inanacağız ama adamı gözümle gördüm, Biliyorum ki, öyle biri var,

Var ama gazeteyle bağlantısını bir türlü kuramadık,

Epey bir uğraştık,

Sonunda ne oldu bilmiyorum,

Ancak Sabah’taki röportajdan öğreniyorum ki, Hasan Karakaya Vakit’de çalışıyormuş,

Hem de bayağı yetkiliymiş,

Hatta neredeyse genel yayın yönetmeni gibiymiş,

Peki o zaman niye o kadar yalan söylediler,

Hadi adaletten falan korkmuyorlar,

Allah’tan da mı korkmuyorlar?

Adam gibi Müslüman böyle yalan söyler mi?

 

 


Bir Röportajın Perde Arkası

Cumartesi günü Hıncal Uluç, Faruk Bayhan ve Hıncal Uluç’un meşhur arkadaş grubu birlikte kahvaltı ediyoruz,

Telefonum çaldı,

Zaman Gazetesi’nden bir muhabir arkadaş arıyor,

“İyi günler Fatih Bey “

“İyi günler”

“Turgay Ciner Bey’in çıkaracağı gazetelerle ilgili bir haber hazırlıyoruz, Onu konuşmak istiyordum”

“Bu konuyu benimle değil Turgay Bey’le konuşmanız gerekmez mi?”

“Gazetelerin başında siz olacakmışsınız da onun için sizi aradım”

“Allah Allah, Bu da nereden çıktı,”

“Öyle diyorlar”

“O zaman öyle diyenlerle konuşun”

“Siz olmayacak mısınız?”

“Bu soruyu Turgay Bey’e sormanız gerekmez mi?”

“Peki Turgay Bey’in gazete kuracağı doğru değil mi?”

“Doğrudur, Grup Başkanı Kenan Tekdağ 1 yıl içinde her şeyiyle, tam entegre  bir medya grubu oluşturulacağını açıklamıştı, Demek ki, Turgay Bey gazetede kuracak”

“Peki başında siz olmayacak mısınız?”

“Başında kimin olacağına Turgay Bey karar verir, Rica etsem ona sorar mısınız?”

“Siz olmayacak mısınız?”

“Turgay Bey medyada bir iş yapacaksa ve benden olmamı isterse başında, ortasında ve k,,ında olurum, Gazetecilik benim işim”

“Yani varsınız?”

“Peki tamam varım”

Bu arada artık karşılıklı gülmeye başladık,

 “Başında mısınız?”

“Turgay Bey’e sormanızı tekrar rica etsem”

“Makinalarınızı ısmarlamışsınız?”

“Öyle mi yapmışız?”

“Evet”

“İyi o zaman iyi yapmışız, Hayırlı olsun, Ne ısmarlamışız”

“KBA”

“Güzel makina, Sizde de ondan var değil mi?”

Artık iyice gülüyoruz,

Muhabir arkadaş ısrarcı,

“Hıncal Bey de size geliyormuş, Hıncal Uluç”

“Bak bu soruna yanıt verebiliriz belki, Hıncal Uluç tam karşımda oturuyor, Telefonu ona uzatayım, Kendisine sor”

“Siz sordunuz mu?”

“Neyi?”

“Size gelip gelmeyeceğini?”

“Sormadım, Sen sor yanıtını alırsan bana da söyle”

“Gelecek mi sizce?”

“Hıncal Bey canı çok sıkılmadıkça bir yerden bir yere geçmez,”

“Gazeteyi kurarken Sabah’tan çok sayıda transfer yapacağınız söyleniyor”

“Kim söylüyor Sabah’ta çalışanlar mı?”

“Herkes öyle diyor”

“Gazeteye gazeteci lazım, Tabi ki birileri gelir ama niye Sabah’la sınırlı kalsın ki, her gazetede çok iyi gazeteciler var, Doğan Grubu’nda da var”

“Doğan’dan mı transfer yapacaksınız?”

“Ben bir transfer yapacağız demiyorum, Sadece gazete gazetecilerle çıkar, Onlardan da sadece Sabah’ta yok başka yerlerde de var diyorum,”

“Peki gazetenin adı belli mi?”

“Hangi gazetenin?”

“Çıkaracağınız gazetenin”

“Belli Zaman”

“,,,,,!”

“Ne oldu şaşırdın mı?”

Gülüyor,

“En iyi ismi kapmışsınız, Rahatsınız” diyorum,

Gülüp kapatıyoruz,

Ertesi gün Zaman’da “Fatih Altaylı transferler için olabilir, Ciner’in çıkaracağı gazetenin bir yerinde mutlaka olurum dedi” diye bir haber,

Bir daha güldüm,  

 

 


Çirkin Erkek Yok Mudur?

Hıncal Uluç’la buluşmak eğlencelidir,

Çünkü yanında kalabalık bir grubu vardır ve herkese bulaşır,

Cumartesi günü kahvaltı ederken Sabah yazarı Ayşe Özyılmazel çıkageldi,

Masaya oturdu,

Hıncal Uluç başladı:

“Okan nerde, nasıl bırakıp da geldin?” diye,

Okan aşağı Okan yukarı,

Ayşe de saf saf yanıt vermeye, laf yetiştirmeye çalışıyor,

Bu arada masada bol bol Ahmet Hakan ve Haşmet Babaoğlu lafları geçiyor,

Hıncal Uluç Haşmet’in yakışıklı, Okan’ın kısa boylu ve çirkin olduğunu söylüyor,

Ayşe Okan’ı savunuyor,

Herkes gülüyor ve lafın bir yerinde Ayşe Özyılmazel bombayı patlatıyor:

“Çirkin erkek yoktur, Az para vardır”

Hıncal Uluç “Vay demek Okan çirkin ama parası çok, Haşmet zavallı fukaralıktan kaybetti” demeye başlıyor,

Zavallı Ayşe “Ben onu o manada söylemedim, Hani çirkin kadın yoktur az votka vardır derler ya öyle bir anlamda söyledim, Yemin ederim yanlış anladınız” diyor ama nafile,

Kahvaltının sonunda Ayşe herkese yemin ettiriyor “Bu lafı kimseye söylemeyeceksiniz” diye,

Hıncal Abi ile ben yemine yanaşmıyoruz,

Üstelik yemin etsek de önemli değil,

Söylemiyoruz ya, yazıyoruz,

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gelişmiş gözlerin karanlıkta bile görebileceğini unutmadığımız zaman

Erişilebilirlik Araçları